Ana içeriğe atla

Burjuva Tabutu Ortaçağ Mezarı La Mancha'lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote





 


BURJUVA TABUTU ORTAÇAĞ MEZARI LA MANCHA'LI YARATICI ASİLZADE DON QUİJOTE


‘’Buğdayın sermaye haline dönüştüğü yer yel değirmenleridir.’’

                                                                                                                          Halit Refiğ


İster tarih öncesi ister tarih sonrası, İsa öncesi yahut İsa’nın gökten Meryem’e verildiği zamanlardan sonra ister antik çağ denilsin ister orta, yeni ve modern… Kaç çeşit isimlendirme yapılırsa yapılsın anlamsız bu tek düze sarmalın bir çırpıda açıklanması. Bölün, parçalayın ve söyleyin… Bulabileceğiniz sadece bulabileceğimiz bir ayrımda düğümlenmektir. Bu ayrım ise sömüren ve sömürülen ayrımıdır. Nesnel tarih bu ayrım üzerinden şekillenir, gelişir, esner ve genleşir.

Hiçbir sanat olayı toplumsal boyutlarından arınmış olarak ele alınamaz. Her sanat eseri yaratıcısıyla birlikte içinden çıktığı toplumun üretim ilişkileri ve ekonomik yapısı ile şartlandırılmıştır. Çok kere sanıldığının tam tersi hiçbir sanatçının eserini yaratmakta sınırsız özgürlüğü yoktur. Marx’ın ‘’Alman İdeolojisi’’nde belirttiği üzere: ‘’İnsanların hayatlarını dile getiriş üslupları onların ne olduklarını şaşmaz bir şekilde gösterir… Fertlerin ne oldukları onların üretimlerinin maddi şartlarına bağlıdır…’’ Bu bakımdan Batı’nın sanat eserleri ve estetik felsefesi Batı toplumlarının ekonomik yapısı ve kendine özgü üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak düşünülmelidir.

Burjuva sınıfının yaşama şartlarının, dünya görüşünün ürünü olan romancılığın kaderi bu sınıfın kaderiyle sıkı sıkıya bağlıdır. İlk örneklerini, derebeyi şatolarının yakınlarında, toprak ürünlerinin ticari meta haline geldiği ilk basamak olan yel değirmenlerinde palazlanmaya başlayan burjuva tefecilerin feodal şövalyelere döktürdükleri kahramanlık destanlarıyla vermiş;en yüksek noktasına, Sanayi Devrimi’nden sonra Avrupa burjuvazisinin dünyaya hükmettiği bir sırada varmıştır.

Hayata küsmüş bir aklı başında olmaktan uzak Don Quijote, üzerindeki karabasan ortadan kalkınca artık bir burjuva olmaktan tiksindiğini şu cümleleri ile ifade etmeye kalkışmıştır: ‘’Beni tebrik edin, sevgili dostlarım; ben artık La Manchalı Don Quijote değil, Alonso Quijano’yum; ahlaklı yaşayışım yüzünden İyi Yürekli lakabıyla anılırım. Artık Galyalı Amadis’in ve bütün sülalesinin düşmanıyım; artık küfürle dolu bütün o gezgin şövalye hikayelerinden nefret ediyorum; artık ne büyük aptallık ettiğimi, onları okumakla ne büyük bir tehlikeye düşmüş olduğumu anlıyorum; artık Tanrı’nın merhameti sayesinde, kendi tecrübemden ders alarak onları lanetliyorum.’’

Don Quijote ve Sancho Panza, efendi ile kölenin, burjuva ile proletaryanın, aristokrat kesim ile emekçi kesimin dışavurumunun yansıdığı portreler olarak ironik örtülerle karşımıza çıkarlar. Burjuva kesimin bir buhran dönemindeki emekçi kesime karşı insanlık ve ahlak dışı tavrını bizler Don Quijote’nin vasiyetindeki yalvarışlarından okuyabiliyoruz. Don Quijote’nin delilik dönemi aristokrasinin buhran döneminin bir ironisi, Don Quijote’nin af dilemesi ise bunun bir kabulüdür. Don Quijote ve Sancho birer efendi ve köle temsili iken birdenbire Don Quijote’nin ölüm anında birer iyi dost oluverirler. Bu bir temenni olmaktan ziyade yazar tarafından geleceğe yönelik gerçekleştirilen bir öngörüdür de aynı zamanda: ‘’Sonra Sancho’ya dedi ki: Seni de kendim gibi deliye döndürdüğüm, benim düştüğüm hataya, dünyada gezgin geçmişte de, şimdi de var olduğu yanılgısına düşürdüğüm için affet beni dostum.’’




Sayın Jale Parla, Don Quijote’nin birinci cildinde geçen ‘’Don Quijote’nin zorla, istemedikleri bir yere götürülen birçok zavallıyı özgürlüğe kavuşturmasına dair’’ adlı yirmi ikinci bölümden aktardığı şu ifadeleri ile karşılaşırız:

‘’Dostoyevski’ye göre Don Quijote, insan düşüncesinin en son ve en büyük sözü, insanın ifade edebileceği en acı ironidir. Bu sözü haklı çıkaracak pasaj ise Don Quijote’nin Gines ve arkadaşlarını kurtarmadan önce yaptığı şu konuşma olabilirdi: ‘Sevgili kardeşlerim, bana anlattıklarınızdan şunu anladım ki, sizi suç işledikleri için cezalandırdıkları halde, çekeceğinizceza pek hoşunuza gitmiyor; işlemeye dayanamaması, diğerinin parasının, ötekinin çevresinin olmaması ve son olarak da yargıcın haksız kararı, sizin mahvınıza, haklı olmanıza rağmen cezalandırılmanıza sebep oldu. Bütün bunlar, şu anda kafamda o kadar belirgin ki, beni etkiliyor, ikna ediyor, hatta zorluyor; Tanrı’m beni bu dünyaya gönderme sebebini, icra etmekte olduğum şövalyelik mesleğini, sizin durumunuza uygulamaya, güçsüzlere ve ezilenlere yardım edeceğime dair verdiğim sözü yerine getirmeye itiyor. Ancak, iyilikle yapılabilecek olan şeyin kötülükle yapılmaması, tedbirliliğin bir gereği olduğundan, sayın muhafızlarla komiserden, sizleri çözüp serbest bırakmalarını rica etmek istiyorum. Nasılsa krala hizmet edecek, daha uygun başkaları olacaktır. Tanrı’nın ve tabiatın özgür yarattığı insanları köle yapmak bana çok ağır geliyor. Ayrıca, sayın muhafızlar.’ diye ekledi Don Quijote, bu zavallıların size bir zararı dokunmamış. Öteki dünyada herkes kendi günahının hesabını verir. Yukarıda Tanrı var; o kötüleri cezalandırmayı, iyileri ödüllendirmeyi ihmal etmez, dürüst insanların kendilerini hiç ilgilendirmedikleri halde başkalarının celladı olması hiç doğru değil. Bunu sizden, böyle iyilikle, tatlılıkla rica ediyorum; ricamı yerine getirirseniz size minnet duyacağım. Eğer kendi isteğinizle yapmazsanız, bu mızrak ve bu kılıç, bileğimin gücü birleşip, zorla yaptıracaktır size.’ Bu muhteşem konuşmaya neden olan olay Don Quijote ve Sancho Panza’nın yolda cezalarını çekmeye götürülen kelepçeli kürek mahkumlarına rastlamalarıdır. Don Quijote ile Sancho arasında sürekli oynanan yanılsama/gerçeklik oyunu bu kez dille ilgili bir boyut kazanır. Bu sefer Don Quijote gördüğünü inkâr etmez; o da Sancho Panza gibi, istemedikleri bir yere ‘zorla’ götürülen bir dizi kelepçeli ‘zavallı’ görmektedir. Sorun ‘zorla’ sözcüğündedir. Sancho Panza için bu sözcük, bütün mahkumların, cezalarını çekmeye ‘zorlandıklarını’ ifade eder; yani gerçek ve tikel bağlamda kullanılmıştır. Don Quijote için ise ‘zorla’ sözcüğü yalnızca ve yalnızca sözlük anlamından geçerlidir ve bu anlam şövalyelik ahlakına göre kabul edilemez. Hiç kimseye ‘zorla’ bir şey yaptırılmamalıdır. Bu anlayışla kürek mahkumlarını kurtarmaya karar verir. Buraya kadar deliliği şövalye romanlarıyla ilgili saplantısından kaynaklanan deliliktir. (…) Gelgelelim kürek mahkumlarıyla konuştuktan sonra Don Quijote ‘zorla’ sözcüğünün insan vakarına aykırılığını vurgulayan daha yüksek bir ahlaki söyleme yönelir. Bu, Rönesans hümanizmasından esinlenen dini ve varoluşçu bir ahlaktır. Muhafızlara bu ahlakın terimleriyle hitap eder. Ve tabii anlaşılmaz. Yalnız muhafızlar değil kurtarıcısı olduğu kürek mahkumları da onu anlamaz. Sonunda bu serüvenden de iyi bir dayak yiyerek çıkar. Çünkü bir kez mahkumları kurtardıktan sonra, yaptığı kahramanlığın tamamlanması için herkesten istediğini onlardan da ister. Zincirlerini ellerine alıp, Dulcinea del Tobosso’ya giderek kendilerini kurtaran yiğit şövalyenin aşkını dile getirmelidirler. Gines de Pasamonte’nin liderliğindeki mahkumlar, Don Quijote’nin bu isteğini oldukça kaba bir biçimde reddederler.’’

‘’Zorla…’’

‘’Dini ve varoluşçu bir ahlaktır…’’

‘’Zincirlerini ellerine alıp…’’

Açıkça görülüyor ki Don Quijote alt metninde aynı zamanda bir ‘’kendini gerçekleştirme ‘’ yani bir varoluş hikayesini de barındırır; elbette her yazın eseri gibi. Özgürlüğe attığı ilk adımdan sonra tıpkı kendi gibi başkalarının da bilincinin farkına varmalarını ister. O insanlığın nihai serüveninin ve mücadelesinin yazınsal minyatürüdür. Don Quijote, yeri geldiğinde köleleri zincirlerinden kurtarmak isteyen bir aktivist rolüne bürünür. ‘’Hayır burada soytarılık ederek kimseye krallık bahşetmeyeceğim!’’ diyebilecek bir izlek sezilir Don Quijote’de ve O zamanın hüküm süren aklına karşı delirir, zihni kendi düzenini yaratır böylece. Dostoyevski'nin de dediği gibi ‘’istekler bir gün mantıkla karşı karşıya gelince, artık bizler istek duymayı bir yana bırakıp yalnızca düşünmeye başlayacağız.'’

Büyük yazın tarihçisi, eleştirmen Antal Szerb’in ‘’Dünya Yazın Tarihi’’nde değindiği ‘’cortezia-vilania’’ karşıtlığına dair -ki onun sözlerinden burada yeri gelmişken bahsetmekte bizim açımızdan önemli ve aydınlatıcı bir fayda var- şunları dile getirir:


 
 


‘’Şövalye kültürü yüksek soylu saraylarda gelişti; en başta belirtisi cortezia, yani nezakettir. Nezaketin karşıtı vilania, yani köylülüktür; bu da gösteriyor ki, Antik urbanitasının, yani kentliliğin doğrudan devamıdır. En başta gelen çizgileri şunlardır: Koşulsuz cesaret (şövalye onuru), beden bakımı, neşelilik, cömertlik, saraylı sevi ve en önemlisi de ölçü bilinci. Bu etik beklentilerin biri ya da öteki o sıralar günümüze göre yerine getirilmesi çok daha güç bir işti: Saray kural çizelgesinin doğuşuna dek insanların yıkanmanın en birincil kurallarını bile kaçınılır saydığını akılda tutalım; ölçü bilinci, yani yemede-içmede, öfkede, kinde, konuşmada, övünmede ölçülü olmak, barbar özgürlüğün oğullarına kim bilir ne yasaklar getirmişti."


 

Yazarın ünlü tarihçi Ahmed Badincani’den alıntılayarak anlattığım dediği bu eserin kahramanlarının ismi tesadüfen oluşturulmuş bir kurgulama değildir. Kahramanların isimlerinin her biri titizlikle kahramanı ete kemiğe büründürüp görünür kılacak şekilde seçilmiştir. Mesela ‘’Panza’’ kelimesi İspanyolca ’da ‘’mide, karın, işkembe gibi anlamlara gelmektedir. Dostumuz Sancho Panza, Antal Szerb’in ‘’Dünya Yazın Tarihi’’nde belirttiği yukarıdaki ayrımın ‘’vilania’’ kolunu temsil eden bir dekordur. Elbette bu dekor tanımı klasik çerçevede geçerlidir ki Sancho Panza yer yer bir tipleme olabildiği gibi yer yer de o tiplemenin çok ötesindedir. Don Quijote’nin klasik bir tavır olan bir idealin peşinde koşan adanmışlığına karşı Sancho Panza görece daha modern bir tarzın sahibidir. Bu tarz ise tamamen realizmin, materyalizmin ve pragmatizmin etkisindeki bir tarzdır. Biz, Don Quijote’nin bir ideal için adanmışlığını Sancho’da göremeyiz. İlk olarak Sancho, adeta tamamen çıkarı için hareket eden bir köylü kurnazlığının salt mantık açısından temsili olarak karşımıza çıkar. Bu metnin üst köpüğüdür aslında.



Don Quijote’nin ona bir Cezire’nin yöneticiliğini vaat etmesiyle Don Quijote’nin peşine düşer ve Don Quijote’nin maceralarına ‘’sadık silahtar’’ ve ‘’köle-hizmetkar’’ rolüyle dahil olur. Sürekli evine, karısına, çocuklarına geri dönmek istese de bir türlü Cezire hayalinden vazgeçip geri dönmez. Evinin yerine bir şatoyu, karısının yerine güzel bir prensesi, çocukları yerine sorunsuz bir hayat hayalini düşleyip durur.  Klasik düşlemde Sancho Panza, bir köylü tiplemesidir. Okuma-yazması, herhangi bir şey üzerine tam bir bilgisi yoktur. Kısa boylu, şişman, kısaca tıknaz, yağlı bir yapıdadır. Ne genç kızların hayaline girebilecek vasfa ne de şövalye olabilecek fiziki kusursuzluğa sahiptir. Savaşmaya karşı her zaman rahatın savunucusudur ve bir idealden yoksunluğunu fikirlerinin sığlığında daima belli eder. Savaşmak şu üç günlük dünyada saçmalık, şu ölümlü için ise bir eziyettir. Klasik düşlemin üzerinde ise Sancho Panza aklın sahibi olandır bu serüvende. Don Quijote’nin çarpıttığı gerçekliği gerçekçi bakış açısında harmanladığı akıllıca ve kurnazca çıkarımları ile gerçekliğin düzlemine çekmeye çalışır ve efendisini sürekli ikna etmeye, makul olmaya, kısaca akla davet etmeye çalışır, çabalar. Görülenin hakkını arar.

‘’Talihimiz, olayları bizim isteyebileceğimizden de daha iyi bir şekilde yönlendiriyor. Bak şuraya, arkadaşım Sancho Panza, ileride otuz ya da biraz fazla, azman dev var. Onlarla savaşıp hepsini öldürmek niyetindeyim, elde edeceğimiz ganimetle zenginleşmeye başlarız. Bu kötü tohumları yeryüzünden silmek hayırlı bir savaştır, Tanrı’ya büyük hizmettir.

Hangi devler? dedi Sancho Panza.

İşte şu gördüklerin’, diye cevap verdi efendisi; şu uzun kollu yaratıklar;  kolları iki fersaha varır bunların.

Ama efendim, dedi Sancho, o görünenler dev değil, yel değirmeni; kola benzeyen şeyler de, kanatları; rüzgar onları döndürdükçe, onlar da değirmentaşını hareket ettirir.

Serüven konusunda tecrübeli olmadığın belli, dedi Don Quijote. Bunlar dev; sen korkuyorsan kenara çekil, bu arada dua et; ben kıyasıya dövüşmeye gidiyorum tek başıma.’’




Vladimir Nobokov, Sancho için şöyle der:

‘’Sancho için söylenecek pek bir şey yok. Yalnızca efendisi var oldukça var o. Her tıknaz oyuncu kolayca canlandırabilir onu, güldürü öğesini de geliştirebilir üstelik. Ama Don Quijote’ye gelince iş değişir. Onun yarattığı imge karmaşık ve elde avuçta tutulamıyor.’’

Don Quijote’nin genetik mirasını Denis Diderot’un ‘’Kaderci Jaques ve Efendisi’’nde sürmek mümkün; fakat bütünüyle sürmek mümkün değil. Kaderci Jaques, efendisinin karşıtlığında kaderci sıfatlamasıyla tanımlansa da onun kaderciliği efendisinin sürekli memnuniyetsizliğini geçiştirmek için kullanılan söz kalıplarından ibarettir ki Jaques öyle bir söz ustasıdır ki efendisinin ‘‘Köle kim- efendi kim?’’ sorgulamasını yapmasına neden olur sözleri ile.




‘’Ortaçağların kendine özgü hukuksal ve ahlaki bağlılık biçimleri, aile ve soybağı ilişkilerini Kilise’nin kendi egemenliğini oluşturmak doğrultusunda kullandığı, zaman ve mekana göre farklılık gösteren stratejilerine karşı korumuştu. Ortaçağ romantik aşkının yerini ise Abaelardus ile Heleoise’in çözümsüz birlikteliklerinin hikayesinde ya da halk hikayelerinin ana tiplerinden biri olan sadık ve aşık şövalye imgesinde bulmak en azından edebi bir eğlenti konusudur. Ancak Ortaçağ aile rejiminin araştırılması tinsel sorunun Kilise’nin istediği biçimlerde soruşturulmadığını, köylü işletmesinin ve kendine yeterlik normlarının işlerliği çerçevesinde kısıtlandığını göstermektedir. Burada en azından ‘şövalye aşkı’ anlatılarının romantizmin ötesinde Kilise’nin ideolojik cephaneliğinden etkilenmeye köylü ailesi içinde olup biten ve hiçbir zaman özelleşmemiş, kapalı kapılar ardına kapatılmamış yaşantılara göre daha açık olduğunu düşünmek gerekir. Şövalye hikayelerinde ‘sadakat’, ‘dindarlık’ gibi nitelikler, kahramanın aranan özelliklerinin başında gelirken, Philippe Aries ile George Duby’nin araştırmalarının kanutladığı gibi, köylü ailesi ve soylu ailesi Kilise’nin tek başlı ideolojisini yıkmaya çabaladıkları, direngen bir yapı göstermekteydiler. Kilise, tinsel egemenliğini dünyevi alanda, ancak ahlak ve zihniyet yapılarını denetim altına alma yoluyla kurabileceğinin bilincindeydi.’’

Don Quijote’nin bir rahiple yaptığı diyalogda, rahip ona nazik bir dille başına gelen felaketlerden sevgilisi Dulcinea del Tobosso’nun korumadığını aslında bunun Tanrı’nın bir işi olduğunu Don Quijote’ye anlatmaya çalışır; fakat onurlu ve böylece günahkâr olan aşığımız bu çıkarımı asla kabul etmez ve asi duruşundan taviz vermeden savunusunu sürdürür.

Dulcinea del Tobosso eşsiz güzellikte, kusursuz bir tipleme olarak çoğu yerde karşımıza çıkar. Sancho Panza’nın Don Quijote’yi gerçeğe çağrıları olmasa aslında biz onu bir masal kahramanı gibi algılamaya devam edebilirdik; fakat Sancho Panza bize gerçekleri söyler ve Dulcinea del Tobosso’nun aslında kaba konuşan, eğitimsiz, çirkin, şişman ve tıknaz bir köylü kadını olduğunu hem Don Quijote’ye hem de bizlere anlatır.

’Ey güzeller güzeli Dulcinea del Tobosso, kendine dünyanın en mutlu kadını diyebilirsin, çünkü La Mancha’lı Don Quijote gibi cesur ve ünlü bir şövalyenin tamamen senin iradene ve isteğine esir olması, boyun eğmesi talihliliğine erdin. Kendisi (herkesin bildiği gibi), dün şövalye unvanını aldı ve bugün, haksızlıkların en büyüğünün, kötülüklerin en gaddarcasının üstesinden geldi. Kendisi bugün, o zavallı çocuğu yok yere kırbaçlayan zalim düşmanın elinden kamçısını aldı.’’

Dulcinea ismi Ortaçağ kusursuzluğunu yazınlarında arayan kişiliklerin ismidir. Çünkü bu isim ona Don Quijote tarafından sadece ismin söyleyiş güzelliği ve ahengi dikkate alınarak verilmiştir. Tıpkı bizim yaratıcı asilzademizin ismi gibi. Dulcinea del Tobosso’nun gerçek ismi Aldonzon Lorenzo şeklinde sıradan bir isimdir. Bir şekilde şu denklem karşımıza çıkar: Dulcinea= Venüs.

Artık zırhı temizlenmiş, miğferine siperlik takılmış, atına isim verilmiş, kendi ismi bulunmuş olduğuna göre, aşık olacağı bir kadın bulmaktan başka bir eksiği kalmamıştı; çünkü sevdasız bir gezgin şövalye, meyvesiz bir ağaç, ruhsuz bir beden gibiydi. Şöyle diyordu kendi kendine:

‘’Diyelim ki günahlarımın bedeli olarak ya da şanslı olduğumdan, her gezgin şövalyenin sık sık karşılaştığı devlerden biri çıktı karşıma; ben de devi bir vuruşta yere yıktım, vücudunu ortadan ikiye böldüm ya da çarpışıp yendim, alt ettim, onu armağan olarak gönderebileceğim birinin bulunması iyi olmaz mı? Gider tatlı sevgilimin önünde diz çöker, alçakgönüllü, yenilgiyi kabul etmiş bir sesle der ki: Hanımefendi, ben Malindarania Ceziresi senyörü Dev Caraculiambro’yum; kahramanlıkları saymakla bitmez şövalye, La Mancha’lı Don Quijote, beni eşi benzeri görülmemiş bir çarpışmada yendi ve zat-ı alinizin huzuruna çıkmamı emretti; emrinize amadeyim!’’




Don Quijote’den Dulcinea del Tobosso’ya Mektup

Asil ve alicenap hanımefendi;

Ayrılığın hançeriyle yaralanan, en zayıf noktasından vurulan ben, kendimde olmayan sağlığı sana diliyorum, tatlılar tatlısı Dulcinea del Tobosso. Güzelliğinle beni aşağılıyorsan, bana değer vermiyorsan, ıstırabımı küçümsüyorsan, ne kadar dayanıklı olsam da, beni kahreden bu sonsuz kedere katlanamayacağım. Sadık silahtarım Sancho sana, senin yüzünden, ey nankör dilber; sevdiğim, düşmanım, ne hallere düştüğümü anlatacak; beni kurtarmak istersen, seninim; istemezsen, istediğini yap; ben hayatıma son vermekle, hem senin zalimliğini, hem kendi isteğimi tatmin etmiş olacağım.

Ölene kadar senin,

Mahzun yüzlü şövalyen.

Gerçek görüldüğü kadar saf olamaz. Düşünün ki, en iğrencin bile bizde bilgisi vardır.

Hayal ile gerçeğin iç içe geçip helezonik bir yığın yapısının oluştuğu bu metin kendi içleminde şizoid bir hava estirir. Gerçekleştirilmesi mümkün bir dizi hayalin bir hayalperestin ağzından aktarılması görülür; fakat yitirilen gerçekliğe hayalperest tarafından gösterilen keskin inanç onu bir ikileme yakınlaştırır. Ve onun izleğini bir şizofrenin izleğine paralel kılar. Bunu yaparken yazar bir amaç etrafında döner; hem parodiden çıkış için hem de okuyucusunun saflıktan- aylaklıktan çıkıp bilinçli okura dönüşmesini amaç edinir.

‘’En başından beri, özgün metinde Don Quijote kişiliği, çoğalan bir gölgeler dizisidir.

1)Başlangıçtaki Senyör Quijana, kendi halinde taşralı

2)Sonuçtaki İyi Yürekli Quijano, taşralı savıyla Don Quijote karşı savının birleşimi

3) Cervantes’in yapıta ‘geçek öykü’ tadı katmak için geride bir yerlere ‘özgün’, ‘tarihsel’ olduğu varsayılan Don Quijote

4) Düş ürünü Arap tarihçi Cide Hamete Benengeli’nin, yaratırken İspanyol şövalyesinin yiğitliğinin değerini vermediği alaycı bir biçimde sezdirilen Don Quijote’si

5) Birinci Bölümün Mahzun Yüzlü Şövalyesinin bölüm başında, İkinci Bölümün Don Quijote’si, Aslanlar Şövalyesi

6) Carrasco’nun Don Quijote’si

7) Gerçek İkinci Bölümün ardında gizlenen düzmece uzantı, Aveelaneda’nın Don Quijote’si.

Böylece tek bir yapıtta bir araya gelip bölünen, sonra yine birleşen, en azından yedi rengi var Don Quijote izgesinin.

1605 yılında Miguel de Cervantes Saavedra tarafından kaleme alındığı günden itibaren kısa ismi ve en bilindik ismi ile Don Quijote yazın tarihinde birçok klasik ve modern sorun ve meselenin bizzat yaratıcısı ve çözümleyicisi olagelmiştir. Günümüzde dahi ele alınan aktüel yazınsal meselelerin başlıcalarındandır. Örneğin ‘’okurun tanımı’’ meselesi. Yazarın bizzat metin içerisindeki ‘’Aylak Okur’’ seslenişi, yazarın o eski, bilindik katı hâkim ve üstün konumundan şefkatli bir öğretmene ve sadece bir yaratıcıdan ziyade görevli bir anlatıcıya evrilişinin ifadesi ve de okurun konumunun yaratılışının ilk ifadesidir. Artık bir okur doğdu.

‘’Don Quijote ‘nin yazarının belli bir niyeti vardır. O, anlamı üreten tarafın okur olduğunu bilen bir yazardır. Bu nedenle okuruyla diyaloğa hiç ara vermez, ilk romancılar kendilerini okur-yazar diyaloğunun Cervantik çekiciliğine kaptırmakla gecikmemişlerdir. Don Quijote’de okurlar ve yazar sürekli flört eder. (…) Don Quijote’de okurlar kesinlikle daha etken, yazar daha edilgendir; okurlar daha saldırgan, yazar daha mazlumdur. (…) Don Quijote’nin dünyası yazarların tutunabilmeye çalıştığı okur-egemen bir dünyadır.

Sanırım, ben de kimi kişilerin sıkıcı bulacağı bu yazıyı, okurun gönlünü almak üzere büyük şairlerimizden Nazım Hikmet’ten çok hoş bir şiir ile son vererek okura böylece teşekkür etmeliyim.




DON KİŞOT

Ölümsüz gençliğin şövalyesi,

Ellisinde uyup yüreğinde çarpan aklına

Bir temmuz sabahı fethine çıktı

Güzelin, doğrunun ve haklının:

Önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,

Altında Mahzun ve kahraman Rosinant’ı.


Bilirim, hele bir düşmeye gör hasretin halisine,

Hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,

Yolu yok, Don Kişot’um benim, yolu yok,

Yel değirmenleriyle dövüşülecek.

 

Haklısın, elbette senin Dulsinya’ndır dünyanın en

Güzel kadını,

Elbette sen haykıracaksın bunu

Bezirganların suratına,

Ve alaşağı edecekler seni

Bir temiz pataklayacaklar seni.


Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,

Sen, Bir alev gibi yanmakta devam edeceksin

Ağır, demir kabuğunun içinde

Ve Dulsinya bir kat daha güzelleşecek.

 

NAZIM HİKMET RAN

 

KAYNAKÇA

Miguel de Cervantes Saavedra. La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote. Çev: HAKMEN Roza. YKY yayınları. 18. Baskı, Ekim 2014.

BAKER Ulus. Dolaylı Eylem. Birikim Kitapları. 2.Baskı,2015.

NOBOKOV Vladimir. Edebiyat Dersleri. Çev: ÖZGÜVEN Fatih- AKBULUT Nihal. Ada Yayınları. 2. Baskı, 1990.

NOBOKOV Vladimir. Don Quijote Dersleri. Çev: SERDAN Emrah. İletişim Yayınları. 1.Baskı, 2016, İstanbul.

PARLA Jale. Don Kişot’tan Bugüne Roman. İletişim Yayınları.13.Baskı, 2015.

SZERB Antal. Dünya Yazın Tarihi. Dost Kitabevi Yayınları. Temmuz,2018, Ankara.

 

GÖRSEL KAYNAKÇA

DAUMİER Honoré-Victorin. Don Quijote and Sancho Panza.1865-1867.

DAUMİER Honoré-Victorin. Don Quijote in Mountains. 1850.

TELORY Armand- Louis Henri. 1850 yılında Don Quijote hakkındaki tasarımlanan bir çocuk kitabı için üretilmiş illüstrasyon.

Photographed by Tom Verde

BALACA Ricardo. Don Quijote

BALACA Ricardo. Don Quijote

DAVİD Jules. Don Quixote and Sabcho Panza, 1887.

PİCASSO. Don Quixote, 1955.

 

Not: Yazı içerisinde Jale Parla’dan alıntı yapılan paragraflarda orijinal metinde ‘’Don Kişot’’ olarak geçen kısımlar yazının gidişatını bozmamak için ‘’Don Quijote’’ şeklinde yazılmıştır.

 

BANU KAPKINER



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

N’OLA Kİ BU ORTODOKSLUK? ECE AYHAN’IN ORTODOKSLUKLAR’I ÜZERİNE

 GİRİŞ İkinci Yeni şiiri, şiirde anlamı düzyazıdan olabildiğince uzaklaştırmak isteyen, bundan dolayı da şiirde dizeden ziyade kelimeye yoğunlaşan bir poetik duruşa sahip bir akımdır. Cemal Süreya, ‘’Çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı.’’ der. Bilindiği üzere bir kelimenin anlamı, bir bağlam içerisinde kullanıldığı zaman geçerlidir. Kelime ise, bağlamı dışında anlamsızdır. Fakat İkinci Yeni şiiri, birbirinden bağımsız, anlamsız kelimeleri kullanır. Böylece yerel ve bir bakıma da evrensel eski şiir anlayışının mısraya dayalı yapısına karşı çıkar. Alışılmış sözdiziminden uzaklaşır, bağlama dışsal olan kelimelerin kullanımını tercih eder. Yukarıdaki açıklanan yeni şiir düsturunu İkinci Yeni şiiri içerisinde hiç şüphesiz en uç biçimde kullanan şair, Ece Ayhan’dır. Ece Ayhan’ın şiiri eleştirmenlerce, şaşırtıcı, kapalı ve anlamsız olarak yorumlanır. Ece Ayhan ise, poetikasına yöneltilen bütün bu eleştirileri bertaraf edecek şekilde şiirinin hermetik olduğunu söyler. Ece Ayhan iç

ADALET AĞAOĞLU’NUN SINIRLARDA ADLI OYUNUNDA SEMBOLİST TİYATRO İZLEKLERİ ÜZERİNE

Bir oyun metninde aslolan unsurun o oyunu kuran düşünce ve kurucu düşünce dolayısıyla ortaya çıkan yaratının salt kendisi olduğu görüşünü savunan Ağaoğlu (1929-2020), dönemin yönetmen merkezli bakış açısına karşı yazar merkezli bakış açısını savunur. Yazarlık kariyerinin ilk dönemlerinde oyun yazarlığına sıcak bakmayan Ağaoğlu, Sevim Uzgören ve Refik Ahmet Sevengil (1903-1970)’in teşvikiyle oyun yazarlığına atılır. Kaleme aldığı ilk oyun metni bir çocuk oyunu olan Ağaoğlu, özellikle Fransa’da yazarlık üzerine aldığı eğitimler ve edindiği deneyimler sonucunda giderek yaşadığı toplumun bir oyunlar anlatısına dönüşen, sosyal yapıdaki olumsuzlukları izleyicisine aktaran oyunlar kaleme alır.  Ağaoğlu, döneminin siyasi iktidarının peşinde olduğu ve bunun sonuncunda ürettiği her türlü eserine sansür uygulanmış bir kalemdir. Bu açıdan Ağaoğlu’nun Sınırlarda adlı oyununun da bu sansür kıskacından yakasını kurtardığı söylenemez. Ağaoğlu, 1969’da TRT’de sunduğu kültür programında ‘’Sartre Küba

ÖLMÜŞ BİR KADININ EVRAK-I METRUKESİ’NDE ÖEDİPAL KARMAŞA

Pöpüler aşk romanlarının yazarı olarak tanınan Güzide Sabri, " Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi’’ nde yasak aşk konusunu ele alır. Romana oldukça otobiyografik öğeler adapte eden yazar, romanda romantik olana temayül eden son derece hassas, kırılgan bir kadının hatıralarını kaleme alır. Romanın ilk baskısının yapıldığı tarihteki hâkim edebi bakış açısı romanın üslubunda ve yazılma nedeninde etkili olan başat unsurlardan biridir. Güzide Sabri, genellikle romanlarını aşk acısı çeken ve bundan dolayı ölüme mahkûm edilen karakterler etrafında şekillendirir. Bu açıdan ‘’Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi’’  de yazarın külliyatında bir devamlılık sağlar. Ancak roman, yazarın diğer romanlarına nazaran psikolojik arka planın toplumsal olanla bağdaşımının en yoğun yaşandığı romanıdır. Romanda aşk acısı çeken, annesiz ve babasız büyümüş bir kadının toplumsal olana karşı bir benlik inşa etme süreci verilir. Fakat bu süreç toplumsal düzlemde sürekli olarak kesintiye uğ