Ana içeriğe atla

İNCİ ARAL’IN ‘’ÖLÜ ERKEK KUŞLAR’’ ROMANININ TAHLİL VE TANITIMI


Tanıtım ve Biçim Özelliği

İlk baskısı Özgür Yayınları tarafından 1991 yılında yapılan ‘’Ölü Erkek Kuşlar’’ isimli romanını yazar, son derece otobiyografik unsurlar etrafında şekillendirerek kaleme alır. Romanda Suna isimli karakterin yaşadığı kişilik bölünmesi üzerinden yazar, ataerkil bir toplumda yaşayan kadınların üzerindeki baskının sonuçlarının nelere yol açtığının altını çizer. Yazar, romanın sonunda yer alan ‘’Kaynakça Yerine’’ isimli bölümde söz konusu bu romanını daha önce kaleme aldığı bir öyküsünden yola çıkarak kurguladığını dile getirir. Yazar, bu hususta şöyle der: 

‘’Bu romanı tasarlarken Sevginin Eşsiz Kışı isimli öykü kitabımdaki ‘Fırtına Kuşu’ öyküsünden yola çıktım ve roman boyunca o öyküde geçen bazı cümle ve diyalogları kullanmakta herhangi bir sakınca görmedim."

Yazarın çerçeve hikâye tekniği ile kaleme aldığı ve mektup tekniğini de kullandığı söz konusu romanının Everest Yayınları tarafından 2023 yılında yapılan ikinci baskısına göre romanın biçim özellikleri şu şekildedir: 

• Roman iki ana bölümden meydana gelir. Bu iki ana bölüm ‘’Birinci Bölüm’’ ve ‘’İkinci Bölüm’’ olarak verilir. Birinci Bölüm, Düşköy Yazlık Sineması, Sığınakta, Turuncu Kollu Koltuklar, Dere Sokağı, Gece ve Müzik, Gelincik Tarlaları, Dönemeç ve Cinayetler olmak üzere sekiz ara bölümden oluşur ve toplam yüz doksan sayfa ihtiva eder. Sadece Düşköy Yazlık Sineması isimli ara bölüm dokuz, Dönemeç isimli ara bölüm otuz beş sayfa ihtiva eder. Bunların dışında diğer altı ara bölüm ortalama yirmişer sayfadan oluşur. Bu söz konusu Birinci Bölüm (ana), romanın giriş ve gelişme bölümlerini bünyesinde içerir.

• Romanın İkinci Bölüm’ü, Düşköy Yazlık Sineması: On Dakika Ara, Sis Düdükleri, Kanatlar, Hendekte, Yangın, Bağlar, Küller, Düşköy Yazlık Sineması olmak üzere sekiz ara bölümden oluşur. Düşköy Yazlık Sineması: On Dakika Ara başlıklı ara bölüm dört, Düşköy Yazlık Sineması başlıklı ara bölüm bir, Sis Düdükleri başlıklı ara bölüm kırk altı sayfadan oluşur. Bu ara bölümlerin dışında kalan bölümlerin sayfa sayısı ortalama yirmi beştir. İkinci Bölüm, yüz doksan iki sayfadan oluşur. İkinci Bölüm romanın sonuç bölümüne karşılık gelir.

• Bu iki bölüm dışında Kaynakça Yerine başlıklı bir açıklama bölümü mevcuttur.

Görülüyor ki romanın biçimsel özelliği incelendiğinde yazarın hem ara bölümlerin sayısında hem de iki ana bölümün yer aldıkları sayfa sayısında bir eşitlik sağladığı görülür. Yazarın romanın vücudunu meydana getirirken benimsediği bu eşitlikçi biçimsel denge aynı zamanda Düşköy Yazlık Sineması’nda geçen bölümlerin sayfa sayılarında da görülür. Bir diğer husus ise yazarın, Düşköy Yazlık Sineması isimli bölümler ile anlatıda bir döngüsellik yakalamasıdır.

Zaman

‘’Ölü Erkek Kuşlar’’ isimli romanda zaman, Düşköy’de geçen süre ve Suna’nın hayal dünyasında geçen süre olarak ikiye bölünür. Suna, Düşköy’de Nisan 1990-Ekim 1991 tarihleri arasında bulunur ve bu tarih aralığında bir ilkyaz akşamı Düşköy Yazlık Sineması’na gider. Suna, film boyunca hayali bir Suna’nın başından geçenleri hayal eder. Söz konusu bu tahayyül içerisinde Suna’nın başından geçen olayların gerçekleştiği süre geri dönüşler harici yaklaşık olarak üç senedir. Suna’nın sinemada geçirdiği süre ise, saati tam olarak belli olmamakla birlikte yaklaşık olarak bir film süresidir. 

Şimdiki zaman kipli anlatımın ve geçmiş zaman kipli anlatım iç içe geçtiği romanda tarihin esas belirlenimini Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde gerçekleşen 12 Eylül 1980 askeri darbesi yapar. Bu söz konusu tarihi, askeri darbe esnasında Ayhan’ın tutuklanmasıyla öğreniriz.

12 Eylül 1980 askeri darbesinden hareketle geri dönüşlerle birlikte verilen tarihlerde dahil olmak üzere romanda yer alan vakaların gerçekleşme kronolojisinin tablosu şu şekildedir:

• 1948, Suna’nın doğum tarihi.
• 1933, Adam’ın doğum tarihi.
• 1956, Suna’nın babasının vefatı.
• 1961, Suna’nın annesinin vefatı.
• 1961, Suna’nın parasız yatılı sınavını kazanıp okula başlaması.
• 1970, Suna’nın Adam ile evlenmesi.
• 1975, Suna’nın Adam’dan boşanması, İstanbul’a gelişi ve Ayhan ile tanışıp evlenmesi.
• 1979, Suna’nın Onur ile tanışması ve Rekla’da işe girmesi.
• 12 Eylül 1980, Türkiye’de askeri darbenin gerçekleşmesi.
• 12 Aralık 1980, Ayhan’ın doksan günlük tutukluluk süresinin bitmesi.
• 1981, Ayhan’ın üniversitedeki işine son verilmesi.
• 1982, Ayhan’ın mahkumiyetinin kesinleşmesi.
• 1982, Suna’nın Ayhan’dan ayrılması.
• 1982, Suna’nın Onur’dan ayrılması.
• 11 Mayıs 1982 saat 7.00 a.m., Suna’nın Düşköy’e geri dönüşü.

Romanda saati ile kesin olarak belirtilen tarih, sadece Suna’nın Ayhan ve Onur’dan ayrılıp Düşköy’e geri döndüğü 11 Mayıs 1982 tarihidir. Bu açıdan 11 Mayıs 1982 tarihi, Suna’nın gerçek anlamda bireyselliğe adım attığı ve gerçek anlamda bağlarından ve bağlılıklarından kurtularak özgürleşmeye başladığı tarih olma özelliğini taşır. Romandaki tarih belirlenimi genel olarak birkaç gün, birkaç yıl, birkaç saat şeklinde yapılmakla birlikte ‘’birden yıllar geçti’’ şeklinde de yapılır. Bunun dışında geçen yaz, geçen ekim, geçen temmuz, geçen ağustos gibi tanımlamalarla birlikte üç senelik süre aralığında mevsim ve ay belirlenimi yapılır. Romanda üç senelik sürenin vurgusu yapılır. Bunun nedeni ise Suna’nın Onur ile olan ilişkisinin üç yıllık bir süreyi kapsamasıdır. Romanda döngüselliği sağlayan mevsim ekseriyetle yazdır.

Kişiler

Suna: Romanın baş karakteridir. Uzun boylu, son derece zayıf ve esmerdir. Suna, söz konusu romanın kurgusal çerçevesinde belirlenen reel dünyada ve reel zamanda yer alan ‘’gerçek Suna’’ ve bu Suna’nın hayal dünyasıyla bağlantılı ‘’hayali Suna’’, tek karakter bünyesinde ve hüviyetinde okura sunulur. Romanda anlatının çoğunluğu ‘’hayali Suna’’nın yaşadıklarının aktarımı olarak ilerler.

‘’Gerçek Suna’’nın bir ilkyaz akşamı Düşköy Yazlık Sineması’nda senaryosunu kendi hayatından yola çıkarak kaleme aldığı filmin gösterilmesiyle başlayan olay aktarımının içerisinde yer alan ‘’Sığınakta’’ isimli bölümle birlikte ‘’hayali Suna’nın başından geçen olayların aktarımı başlar. Zamanda geriye dönüşlerde dahil Suna’nın hayatı hakkında verilen bilgiler aşağıdaki gibidir:

Suna, sekiz yaşında babasını, on üç yaşında annesini kaybeder. Babasının ölümü üzerine annesi, Karadeniz’den (Salda Gölü’ne yakın herhangi bir yer) Bursa’ya erkek kardeşinin yanına taşınır. Ancak annesi zorlu hayat şartlarına dayanamaz ve Bursa’ya taşındıkları beşinci senede vefat eder. Annesinin ölümüyle birlikte Suna, yengesinin himayesine girer. On üç yaşındayken yengesi tarafından İzmir’e parasız yatılı okulu sınavlarına gönderilir ve kazanır. Suna, sınavı kazanmasıyla birlikte İzmir’de aile dostu Hikmet Hanım’ın yanında kalmaya başlar. Daha sonra Yüksekokulda Sanat Tarihi eğitimi alır ve eğitimini tamamlayınca Karadeniz’de bir kente öğretmen olarak atanır. Ve burada, İzmir’de tanıştığı kendinden on beş yaş büyük olan Adam ile burada evlenir. Suna, Adam’dan beş yıl sürdürdüğü bir evlilikten sonra boşanır. Suna’nın Adam’dan Mehmet adında bir oğlu olur. Suna, oğluyla, Adam’ın annesinin baskılarıyla boşanmasının ardından görüştürülmez. Çocuğun bakımını tamamen baba üstlenir. Suna, Adam’dan boşandıktan sonra İstanbul’a gelir ve burada bir müddet tek başına yaşam koşullarıyla mücadele eder. Suna, ilk olarak bir derginin sanat sayfasında resim eleştirileri yapar. Ve başka bir derginin açılış kokteylinde Ayhan ile tanışır ve bir müddet sonra evlenir. Suna, ikinci evliğinde yaşadığı sorunlar dolayısyla yedi yıl süren ikinci evliliğini de sonlandırır. Suna, Ayhan münasebetiyle Onur ile tanışır ve Onur’un tavsiyesiyle Rekla isimli bir reklam ajansından çalışmaya başlar. Bu ajansta geçirdikleri süre dolayısıyla Onur ile daha yakından tanışıp ilişki yaşamaya başlar.

Suna, gerek çocukluk çağında yaşadığı acı olaylar, gerekse toplumsal cinsiyet algısı içerisinde kadına biçilmiş rolleri benimseyememekten dolayı ‘’Su’’ ve ‘’Na’’ ismini verdiği iki iç ses edinir. Suna’nın kişilik bölünmesindeki ‘’Su’’ isimli yanı, Suna’ya toplumsal cinsiyet algısının kadına biçtiği rolleri benimsemesini, domestik, kocasına ve evine düşkün, itaatkâr bir kadın olması yönünde telkinde bulunur. ‘’Na’’ isimli yanı ise, ‘’Su’’ yanına zıtlık teşkil edecek şekilde Suna’nın toplumsal cinsiyet algısının kadına biçtiği rolleri benimsememesi, domestik olmaması, kocasına ve evine düşkün olması, itaatkâr olmaması, önceliğinin kendi yaşamı ve özgürlüğü içerisinde kendini gerçekleştirmek olduğu yönünde telkinde bulunur.

Suna, özgür olma istencine sahip bir kadındır. Ve varoluşunu dışarıdan, başkalarından hiçbir müdahaleye maruz kalmadan gerçekleştirmek ister. Bu yüzden roman boyunca kendine bir yaşam alanı inşa etmeye çalışır. Suna’nın kurmaya çalıştığı bu yaşam alanı ona öncesinde sadece başkalarının düzenine dahil olarak elde ettiği yaşam alanlarından farklı olarak gerçek bir ev olacaktır. Çünkü başkalarına olan ruhi bağlılık ve bağımlılıklarından ancak bu yaşam alanı sayesinde kurtulacak ve yaşamının ilerleyen sayfalarında ancak bu yaşam alanı dolayısıyla bağlı ve bağımlı olmadan sağlıklı ilişkiler kuracaktır. Yazar, Suna’nın yaşayacağı söz konusu bu durumu, roman kurgusunda bir ihtimal olarak okuruna Narkissos miti üzerinden hissettirir. Su ve Na, bölünmesinde ortaya çıkan bu iki iç sesten Su, Narkissos’un suya bakışını, Na ise Narkissos’un suya bakarak sudaki yansımasına âşık oluşunun yarattığı olumsuzluğu imler. Bu bağlamda yazar, kadının toplumdaki cinsiyet algısı üzerinden ona biçilen rollerin arasında kaldığı gelgitli ruh halini Suna’nın kişiliğinde yarattığı bölümeyle temsil eder. Narkissos’un sudaki yansıması kadının ona biçilen herhangi bir toplumsal rolü sorgulamadan kabul etmesidir. Kadın, içerisinde yer aldığı toplumda ona biçilen herhangi bir rolü benimsediği takdirde elde edeceği kişilik sadece bir yanılsama kişilik olur. Suna’nın Su ve Na olarak ikiye bölünmesi ve Suna’nın daima bu bölünmüşlüğün farkında olması Suna’nın özgürleşme pratiğinin başlangıcıdır.

Ayhan: Romanın önemli karakterlerindendir. Uzun boylu, kumral ve kahverengi gözlüdür. İyi eğitim almış entelektüel bir kişidir. İdeolojik görüşleri minvalinde toplumun sol görüşlü kesimindendir. Basın Yayın’da görevlidir. Aynı zamanda Anadolu’da bir üniversitede görev alır ve profesörlük dosyasını hazırlamak için uğraş verir. Yüksek öğretimini Almanya’da tamamlamıştır. Bir sekiz yıl Almanya’da ikamet ettikten sonra ülkesine dönmüştür. Ayhan, Suna’dan önce Havva isimli bir kadınla on beş yıl evli kalır. Ayhan, Havva’dan kendine nazaran entelektüel seviyesinin yetersiz olduğu gerekçesiyle ayrılır. Ayhan, Havva’yı son derece züppe yetişmiş, serseri tabiatlı bir kişi olarak tanımlar. Ayhan’a göre Havva, bir küçük burjuvadır. Ayhan, Suna ile bir derginin açılış kokteylinde tanışır ve evlenir. Siyasi görüşü dolayısıyla 12 Eylül 1980 darbesinde evinde siyasi doküman bulundurduğu yönünde suçlanarak tutuklanır ve altı yıl hapis cezası alır. Ayhan hakkında arama kararı çıkarılır. Ayhan, hapis yatmamak adına ülkeyi terk eder. 

Ayhan, romanın başlarında Suna ile Onur’un ilişkisini hoş karşılayıp olumlu yaklaşsa da romanın sonlarına doğru boşanmak istemez ve bir kıskançlık krizi esnasında Suna’ya şiddet uygular. Bu açıdan Ayhan romanda gelgitleri olan bir halet-i ruhiye çizer. Yazarın, Ayhan ile göstermek istediği ne kadar eğitimli olursa olsun ataerkil toplumlarda bir ayrıcalık ihtiva eden erkeklik olgusundan bir türlü kişilerin kurtulamayışı ve Suna’ya uyguladığı şiddet ile ‘’erkeklik onuru’’ ismi ile biçimlendirilmiş kadın ve erkek arasındaki ilişkilerde toplum tarafından kadına uygulanan ayrımcı tavrın bir temsilinin aktarımıdır.

Onur: Romanın bir diğer önemli karakteridir. Bir ressamdır. Ellerinin güzel oluşu Suna tarafından vurgulanır. Babasız büyüyen, annesinin vasiyeti üzerine akrabası Güler ile evlenen biridir. Güler’den Başak ve Alp adını verdiği iki çocuğu dünyaya gelir. Almanya’da eğitim aldığı esnada Onur ile tanışır ve dost olurlar. Babasının öldürüldüğü yönünde çeşitli spekülasyonlar vardır. Ayhan ile dostlukları ülkeye döndüklerinde de devam eder. Almanya’da beş yıl kalır ve ülkeye geri dönüş yapar. Ülkeye geri döndüğünde ‘’Rekla’’ isimli reklam ajansından çalışır ve Ayhan dolayısıyla tanıdığı Suna’nın da bu ajansta çalışması için Suna’yı ikna eder. Suna ile münasebetini bu ajansta ilerletir. Güler ile evlilikleri devam ederken hem Suna ile hem de Nazlı ile ilişki kurar. Güler ile evliliklerinde mutsuz olmalarına rağmen ne Güler ne de Onur boşanmak isterler. Çünkü Onur ve Güler için toplumun aile kurumu ve boşanmak üzerine genel yargıları ve de bakış açısı son derece önemlidir. Güler, Onur’u her ne olursa olsun evli kalmak için baskı altında tutar. Onur, diğer kadınlarla yaşadığı ilişkileri Güler’den saklamaya çalışır fakat bunda başarılı olamaz. Güler, kocasının kendisinden saklamaya çalıştığı bütün yasak ilişkilerinden bir şekilde haberdardır. Onur, evliliği ve yasak aşkı farklı ilişki formaları olarak değerlendirir ve evliliğin her ne olursa olsun devam etmesi gereken bir toplumsal kurum olduğuna inanır. Bu açıdan geleneksel toplum anlayışına ve idealine sahiptir. Suna ise, gerçekte Onur’un ressam kişiliğine hayrandır. Bu bağlamda duyguları hep hayranlık ile sevgi arasında kalır. Onur’un resimlerinde dışa vurduğu duygu durumunu Suna, Onur’un gündelik hayatında sergilediği duygu durumundan daha derinlikli bulur. Bu yüzden Suna, Güler’den boşanmak istemediği için korkak olarak nitelendirdiği Onur’dan bir türlü vazgeçemez. Onur’un korkak kişiliği Suna’nın bölünmüş özelliklerinden biri olan Su tarafından onaylanır fakat bir diğer kişiliği olan Na tarafından onaylanmaz. Onur, Su’ya göre, aile bütünlüğünü korumaya çalışan, evliyken yaşadığı ilişkilerde erkek olmasından dolayı alttan alınan, hak elde ettiği düşünülen biridir. Na’ya göre ise, korkak ve sinik bir tabiata sahiptir.

Adam: Suna’nın ilk eşidir. Suna ile Suna’nın parasız yatılı okulunda okuduğu esnada tanışır ve Suna ile ikinci evliliğini yapar. Suna’dan on beş yaş büyüktür. Suna, Adam ile evlendiğinde yirmi bir yirmi iki yaşlarındayken Adam otuz altı otuz yedi yaşlarındadır. Ege’nin bir köyünde doğup büyüyen ve geleneksel Türk aile yapısı içinde yetişen biridir. Suna ile ikinci evliliğini yapar ve beş yıl evli kalır. Suna’dan Mehmet isimli bir oğlu olur. Entelektüel açıdan sığ ve eşine karşı baskıcı biridir. Erkeğin kadından üstün olduğunu ve yaratıldığını düşünür. Bu yüzden Adam’a göre toplumsal kuralların belirlenmesinde toplumda erkeğin kadına oranla daha fazla söz hakkı vardır.

Güler: Onur’un eşidir. Bir ev hanımıdır. Sarışın, uzun boylu, ince yapılı, ela gözlüdür. Taşrada doğup büyüyen ve orada yetişen biridir. Onur’un akrabasıdır. Onur ile Onur’un annesinin vasiyeti üzerine görücü usulü ile evlenir. Onur’dan Başak ve Alp ismini verdiği iki çocuğu dünyaya gelir. Onur’un bakış açısına göre sanattan ve politikan anlamayan biridir. Yüksek öğrenimi yoktur, ilkokul mezunudur. Onur ile fikri bakımdan uyum sağlayamazlar. Evliliklerindeki temel anlaşmazlık bu fikri ayrılıktır. Fakat her şeye rağmen Güler, evliliğin bir kurum olduğuna ve kutsiyet taşıdığına inanır. Bu yüzden Onur’un yasak ilişkilerine göz yumar ve kendine göre evlilik kurumunun birliğini ve kutsiyetini muhafaza eder. Geleneksel Türk toplum değerlerine göre yetiştirilmiştir ve bu açıdan romanda bu söz konusu değerlerin bir yansıtıcısıdır. Dine karşı hassasiyeti yüksektir. Ev dekorasyonu zevki kocasından farklı olduğu için onunla uyuşamaz ve bu bakımdan tartışırlar. Onur’a göre Güler, her şeyde estetik zevkten yoksundur.

Nazlı: Onur’un sevgilisidir. İngilizce öğretmenidir.

Havva: Ayhan’ın ilk eşidir. Ziraat mühendisidir. Amerika’da okumuştur. Ayhan’ı aldatmıştır.

Neveser: Suna’nın yanında kaldığı yengesidir. Despot ve baskıcı biridir. Suna’nın yanlarında yaşamasını istemediği için Suna’yı tek başına parasız yatılı sınavlarına gönderir.

Selim: Suna’nın arkadaşıdır. Sevgilisi terk ettiği için bileklerini keserek intihar eder ve ölmez.

Eda: Selim sevgilisidir.

Nuriye Hanım: Suna’nın taşındığı yeni evinde alt komşusudur.

Hikmet Hanım: Suna’nın İzmir’de okuduğu esnada yanında kaldığı aile dostudur.

Gülriz: Onur’un okul arkadaşıdır. Ressamdır.

Nimet: Suna ve Ayhan’ın evlerine gelen temizlik görevlisidir.

Olay Örgüsü

"Ölü Erkek Kuşlar" isimli romanda kurgusal çerçeve ile belirlenen anlatısal düzlemde tek benlikte yaşayan ve aynı isme sahip olan iki Suna vardır. Bu açıdan anlatı Suna bağlamında ikiye bölünür. Bölüntülerden biri "gerçek Suna" iken, diğeri "gerçek Suna" dolayısıyla var olan "hayali Suna"dır. Söz konusu roman kurgusal çerçeveyle belirlenen reel dünyada ve reel zamanda yer alan "gerçek Suna" ve bu Suna'nın hayal dünyasıyla bağlantılı "hayali Suna"nın yaşadığı olaylar üzerinden kurgulanır.

Roman, gerçek Suna"nın kendi hayat hikayesinden yola çıkarak senaryosunu kaleme aldığı ve yönetmenliğini yaptığı isimsiz bir filmin "Düşköy Yazlık Sineması" isimli bir sinemada gösterilmesiyle başlar. Birinci ana bölümde yer alan "Düşköy Yazlık Sineması" başlıklı ara bölümde, ikinci ana bölümde yer alan "Düşköy Yazlık Sineması: On Dakika Ara" başlıklı ara bölümde ve ikinci ana bölümün sonlarında yer alan "Düşköy Yazlık Sineması" başlıklı ara bölümde yaşanan olayların kişisi "gerçek Suna"dır. Bu bölümlerden ilk ara bölümde Suna, bir ilkyaz akşamı gösterilecek filmi için sinema salonunu hazırlar. Suna, konukların oturacağı sandalyelerden yiyecekleri mısıra, filmin oynatılacağı film makinesinin hazırlanmasından çalıştırılmasına kadar filmin gösterimine dair her işle yakından ilgilenir. Suna bir yandan filmini izlemeleri için davet ettiği konuklarını ağırlarken bir yandan da onlar hakkındaki düşüncelerini edindiği bir iç ses ile ifade eder. Suna'nın filmin senaryosunun yazımı aşamasında yaşadıklarını, yazıldıktan sonra filme alınırken gösterdiği fiziki ve entelektüel çabanın küçük görülmesi yönündeki sanat eleştirmenlerinin filme dair görüşlerini bu ilk bölümde öğreniriz. Ayrıca romandaki önemli karakterler söz konusu bu ilk bölümde okura tanıtılırlar.

İkinci ara bölüm olan " Düşköy Yazlık Sineması: On Dakika Ara" başlıklı ara bölümde filmin gösterimine on dakika ara verilir. Bu verilen on dakika arada Suna, filmin ilk yarısında izleyicilerin filmden etkilendiklerini varsayarak tebriklerini beklemeye başlar. Ancak tebrik edilmemekle birlikte filmine dair yapılan olumsuz yorumları izleyicilerin aralarında yaptıkları sohbet neticesinde duyar. İzleyicilerin arasında halk kesimini temsil edenler filme dair olumlu düşünceler beslerken, entelektüel kesimi temsil edenler olumsuz yorumlarda bulunur. Bu bağlamda Suna’ya göre izleyiciler iki ana sosyal tabakaya bölünmüşlerdir. Bu ara bölümde filmi beğenmeyen izleyici kitlesi salonu terk ederken, filmi beğenen izleyici kitlesi salonda filmi ikinci yarısını izlemek için sabırsızlanarak beklemeye başlar. Bu sırada solonda bulunan bir fasıl heyeti sanatını icra eder. Filmin başlamasına doğru Suna, ayaküstü uykuya dalar ve bir rüya görür. Bu rüyasında Suna, Onur’un yaşlandığını, boyunun kısaldığını, şişmanladığını, tek kolunun olmadığını ve karısını hastaneye götürmek zorunda olduğu için filmin ikinci yarısını görmeden salondan çıktığını görür. Suna uyanınca film kaldığı yerden devam etmeye başlar.

İkinci ana bölümün sonlarında yer alan ‘’Düşköy Yazlık Sineması’’ başlıklı ara bölümde ise Suna, her şeyin aslında hayal gücünün yarattığı görüntülerden olan ve gerçekte yaşanmamış yalnızca düşlerde yaşanabilecek birtakım olaylar olduğundan söz eder. Suna’nın ifadesine göre, her şey yaşanabilecekler ve düşlenebilecekler arasındaki farkta şekillenir. Bu bağlamda okur, yazar tarafından filmin çekilmesi ve oynanmasına da dair bir şüpheye sevk edilir. Suna, romanın başlangıcından itibaren aslî bir unsur olan ‘’bekleyiş’’in romanın sonunda aslında hiçbir şekilde eylemselliğe dökülmediğini, hiç kimseyi beklemediğini dile getirir.

‘’Gerçek Suna’’nın hayal dünyasının bir ürünü olan ‘’hayali Suna’’nın olay örgüsünün içerisinde yer alışı ‘’Sığınakta’’ isimli birinci ana bölümün ikinci ara bölümü itibari le başlar. Bu bölümde ağırlıklı olarak ‘’hayali Suna’’, eşi Ayhan’dan ayrılma kararı alıp yeni bir hayata adım atmak istediği yeni evine yerleşmeye çalışır. Çeşitli ev eşyaları Suna’nın zihninde çağrışımlar yaratarak Ayhan ile birlikte yaşadığı çeşitli olayları hatırlamasına neden olur. Ayrıca geri dönüşlerle ‘’hayali Suna’’nın çocukluğundan ilk bu bölümde söz edilir.

Suna, sekiz yaşındayken babasını nedeni belli olmayan bir şekilde kaybeder. Suna’nın babası psikolojik yönden sağlıklı bir birey değildir. Suna, babasının bir gün kendisini ağaca asmaya çalışmasına şahit olmasında söz eder; fakat babasının psikolojisinin elverdiği zamanlarda ailece Salda Gölü’ne pikniğe gittiği zamanlardan da söz eder. Suna, aile birlikteliğini bu aile gezintileri neticesinde hissettiğine kanaat getirir. Babasının vefatından sonra ise, annesi ve erkek kardeşi ile birlikte Karadeniz’den Bursa’ya dayısının yanına taşınırlar. Bu söz konusu taşında esnasında Suna’nın annesi kendisini canına ve namusuna tasallut etmek isteyen ve onu dolandırmak isteyen kişilerle Sındırgı Dağları’ndan geçerken mücadele eder. Suna’nın annesi eşinin vefatından sonara iş hayatına atılır ve bir süre sonra zorluklarla dolu hayatına veda eder. Suna, annesinin de vefat etmesi üzerine yengesinin himayesine girer. Suna, yengesinin despot bir kişiliğe sahip olduğunu ve onu baskı altında tuttuğundan söz eder. Yengesi ise, Suna’nın yanlarında yaşamasından hoşnut değildir. Bu yüzden Suna, yengesini tarafından on üç yaşına geldiğinde İzmir’e parasız yatılı sınavına gönderilir. Suna, parasız yatalı sıvanı kazanır ve bundan dolayı İzmir’de yaşamaya başlar. Burada da ile dostu Hikmet Hanım’ın yanında kalır. Suna, okul arkadaşlarını kişiliklerinin sığ olduğundan, hayata sadece ilişki baktıkları yönünde eleştirir. Bu kızlar Suna’ya göre ne sanat ne edebiyat ne de felsefe, politika ve dünyada yaşanan zulümlerden haberdardırlar; bu kızların düşünce yapıları sadece erkekler ve onlarla yaşayacakları gönül maceraları etrafında şekillenmiştir. Ayrıca Suna, okul çocuklarına yapılan esnaf tacizlerine de değinir. 

Suna, parasız yatılı okulunu bitirdikten sonra yüksekokulda Sanat Tarihi eğitimi alır ve okulu bitirdikten sonra Karadeniz’de bir kente öğretmen olarak atanır. Parasız yatılı okuduğu esnada tanıştığı ve sevdiğini sandığı kendinden on beş yaş büyük bir kişi olan Adam ile atandığı bu isimsiz Karadeniz kentinde evlenir ve beş yıl evli kalır. Suna ile Adam’ın Mehmet ismini verdikleri bir çocukları olur. Suna, Adam’dan hayata bakış açılarının farklılaştığını giderek daha fazla fark ettiği gerekçesiyle boşanır. Eşinden ayrılan Suna, İstanbul’a gelir ve burada hayata tutunmak için mücadele etmeye başlar. Ve bir derginin sanata sayfasında resim eleştirileri yapar. Bir müddet sona Suna, Marksist bir dergide yazıları çıkan, Anadolu’da bir üniversitede görevli ve profesör olmak için hazırlanan Ayhan ile tanışır ve evlenir. Ayhan, Almanya’da yüksek öğrenin gören ve burada on yıl süresince yaşadıktan sonra ülkesine geri dönen biridir.

Suna’nın hayatına Ayhan dolayısıyla Onur girer. Onur, Ayhan’ın Almanya'dayken tanıdığı bir arkadaşıdır. Ayhan ve Onur fikri ve hayati açıdan birçok ortak yöne sahiptirler. Bundan dolayı dost olurlar. Dostluklarından dolayı Ayhan ve Onur, ülkelerine döndükten sonra da dostluklarına devam ederler. Onur, Almanya’dan ülkesine geri döndükten sonra Rekla isminde bir reklam ajansında çalışmaya başlar ve burada çalışması için Suna’ya iş önerisinde bulunur. Suna, Onur’un iş önerisini kabul eder ve Rekla’da çalışmaya başlar. Rekla’da çalıştıkları esnada Suna ile Onur kalben yakınlaşırlar ve ilişki yaşamaya başlarlar. Böylece bir yanıyla Ayhan’a bağlıyken bir yanıyla da Suna, artık onu hayatından istememeye başlar. 

Ayhan için Suna, bir kadında aradığı entelektüel seviyeden yoksun, bu yüzden istediği seviye getirmek için eğitilmesi ve yetiştirilmesi gereken bir kadındır. Evlilikleri boyunca Suna, Ayhan’ın bu üstenci eğitici tavrından yakınır. Fakat Ayhan’ın ideolojik görüşü çerçevesinde dünyada yaşanan adaletsizliklere getirdiği eleştirileri takdir eder. Suna, bu açıdan Ayhan’a içten içe bir bağlılık besler. Ayhan’ın kişiliğinde eğitici tavrı ile yarattığı değişimi onaylayıp onaylamamak konusunda Suna, roman boyunca kararsızlık yaşar. Ayhan, Suna ile Onur’un ilişkilerini öğrendiği zaman bu durumu olumlu karşılar. Ancak, romanın sonlarına doğru bu durumu kendi bakış açısından erkeklik onuruna aykırı olduğunu düşünerek Suna’ya şiddet uygular. Bu bağlamda Ayhan, benliğini toplumsal olandan kurtaramaya çalışmakla toplumsal olana bağlamak arasında sürekli gelgit yaşar. 

Onur, Suna ile beraberken Güler ile evliliklerinin on ikinci yılını yaşamaktadırlar. Ayrıca Suna ile beraberken Nazlı isimli bir başka kadınla da ilişki kurar. Onur, bütün yasak ilişkilerini eşi Güler’den saklamaya çalışır fakat bunu beceremez. Güler, kendinden saklanmaya çalışılan her şeyin başından beri farkındadır. Ancak geleneksel Türk toplum değerleri ile yetiştirilmiş ve aileyi bit kurum, kutsal bir birliktelik olarak gören Güler, aldatılmasına rağmen eşinden boşanmak istemez. Güler’in boşanmamak konusunda bir diğer hassasiyeti ise Başak ve Alp adında iki çocuğunun olması ve çocuklarını babasız büyütmek istemeyişidir. Onur için Güler, son derece cahil ve kaba bir köylü kadındır. Güler, her bakımdan Onur ile ayrı dünyaların, ayrı fikri bakış açılarının insanlarıdırlar. Fakat bu düşüncelerine rağmen Onur, hiçbir zaman gerçek anlamda evliliğinin bitmesini, Güler’den boşanmayı istemez. Suna, bu durumu Onur’un korkak bir kişiliğe sahip olduğu yönünde değerlendirir. Suna, bir ressam olan Onur’un sanatçı kişiliğine hayrandır. Suna, Onur’u çoğunlukla sanatçı kişiliğine duyduğu hayranlıkla değerlendirir. Fakat bazı zamanlar gündelik hayat içerisinde Onur’un kişiliğindeki farklı yönlerine şahit oldukça ona kalben bağlanmakta güçlük çeker.

1980 askeri darbesinin gerçekleşmesiyle birlikte evinde ideolojik açıdan sol görüşlü yazarların kitaplarının bulunduğu gerekçesiyle ve çalıştığı Marksist dergideki yazıları dolayısıyla Ayhan tutuklanır. Suna, Ayhan’ın tutukluğu süresince onu düşünür ve ondan gerçek anlamda ayrılmak istemediği kanaatine varır. Bu açıdan Suna, evliliğin ve evliliğin getirdiği hayat düzeninin özlemini duyar. Ve aslında bu söz konusu hayata çok da olumsuz düşünceler beslemediğinin farkına varır. Böylece Ayhan’ın doksan gün sonra tutukluluğunun bitmesiyle birlikte Ayhan ile tekrar yaşamaya başlayan Suna, Ayhan’a duyduğu sevgiden taviz vermeme kararı alır. Suna ile Ayhan birlikte Düşköy’e tatile giderler. Ayhan, evliliklerinde yaşadıkları sorunları gidermek, Suna’yı burada tekrar geri kazanmak ister. Suna’nın ise aklı daima Onur’dadır. Bu tatil Ayhan için hiçbir işe yaramaz ve bütün çabalarına rağmen Suna’yı tekrar geri kazanma çabaları başarısızlığa uğrar. Ayhan, Suna ile Onur’u ayırmak için Suna’nın Rekla’daki işinden ayrılması yönünde baskı yapar. Suna, Ayhan’ın arzusunu Onur’un korkak olduğunu düşündüğü için her şeye rağmen kabul eder ve Rekla’daki işinden ayrılır. Ancak bu durum, Suna ile Ayhan’ın evliliklerinde yaşadıkları sorunları gidermeye yetmez ve Suna yedi yıl sürdürdüğü evliliğini bitirme kararı alarak evini terk eder. Bundan sonra Suna, önce ağabeyinin yanında kalır fakat burada ağabeyinin eşi tarafından istenmez ve baskıya uğrar. Suna’nın evliliğini bitirme kararı ağabeyi ve ağabeyinin ailesi tarafından onaylanmamaktadır. Bundan dolayı Suna, baskı gördüğü bu yerden kurtulmak arzusu ile tek başına özgürce yaşayabileceğini tasavvur ettiği bir eve taşınır. Suna, yeni taşındığı bu söz konusu evine eski evini eski evinden getirdiği eşyalarla kurmak isteyince bu düşüncesi giderek onun eşyalar dolayısıyla anımsadığı hatıralarıyla yüzleşmesine ve hesaplaşmasına neden olur. Bu söz konusu durum psikolojisini son derece olumsuz etkiler ve Suna’nın bağlılık ve bağlanma problemlerini güçlendirir. 

Suna, eşinden ayrılacağını, sadece kendine ait olan yeni taşındığını Onur’a haber vermek için atölyesine gider ve orada Onur’un gelmesini beklemeye başlar. Onur’un atölyesinde onun son eserini görür ve Onur’un sanatçı kişiliğine beslediği hayranlığının tekrar pekiştiğini hisseder. Ve Onur’u korkak biri olarak değerlendirdiği için de kendine kızar, hayıflanır. Onur’un son eseri arka planda mor, figür aralıklarında yeşil renklerle boyanmış, kendileri de siyaha boyanmış kuş figürlerinden oluşan dışavurumcu tarzda resmedilmiş bir natürmorttur. Bu noktada romanın ismine dönmek gerekir ki natür kelimesi ‘’kuş’’ları mort kelimesi de romandaki tanımlama dolayısıyla ‘’ölü’’ tanımını imler. 

Onur’un atölyesindeki uzun bekleyişinden sonra Onur’un gelmeyeceğini anlayan Suna, atölyeden Onur’un ona verdiği atölyenin anahtarını bırakarak ayrılır. Atölyenin çıktıktan sonra evine dönen Suna, Onur’dan bir nevi intikam almak için Ayhan’a telefon eder ve ona evine geri dönmek istediğinden bahseder. Suna, Ayhan ile yaşadığı evine geri döner ancak Onur’dan ve işinden ayrı kalmaya sadece on gün dayanabilir. Bu arada Ayhan, Suna’nın Onur ile olan ilişkisini ileri boyutlara taşımadıkları gerekçesiyle Onur ile arkadaşlığına devam etmek istediğini Suna’ya açıklar ve Onur’u yemeğe davet eder. Bu söz konusu akşam yemeği davetinden sonra Suna ile Onur tekrar hissi irtibat kurarlar, bir araya gelirler ve ilişkilerini cinsel birliktelik ileri boyutlara taşırlar. Fakat Suna, hâlâ Onur’un eşinden ayrılmaya yanaşmadığı için Onur’un korkak olduğunu düşünmeye devam eder. Bu yüzden Suna, sürekli Onur ile tartışır. Suna, Onur ile yaptıkları son tartışmalarından sonra tekrar Ayhan’a döner. 

Ancak Ayhan, altı yıl mahkumiyetinin kesinleştiğini ve hapis yatmamak için Almanya’ya kaçacağını Suna’ya söyler. Ve Almanya’ya kaçar.

Romanın sonunda Suna, tekrar Düşköy’e döner ve burada bir hayat sürmek ister. Suna, Ayhan ve Onur ile dost olarak kalmaya karar verir. Ayhan’a onsuz yaşadıklarını anlattığı mektuplar gönderir ve Onur ile ancak artık davetlerde ve balolarda karşılaşır ve sohbet eder.

Mekân

‘’Ölü Erkek Kuşlar’’ isimli romanda iki merkezi mekân yer alır. Bunlardan ilki Düşköy isimli bir yazlık beldesi ve bu beldede yer alan Düşköy Yazlık Sineması, diğeri de Suna’nın Ayhan ile birlikte yaşadıkları Gönül Sokağı’ndaki evleridir. Romandaki bu söz konusu iki merkezi mekânın dışında bir başka mekân da Suna’nın Ayhan’dan ayrıldıktan sonra taşındığı Dere Sokağı’ndaki evidir. Romanda Dere Sokağı’ndaki bu ev bir sığınak olarak tanımlanırken, Gönül Sokağı’ndaki ev bir hendek olarak tanımlanır. Yazar, böylece mekânlar üzerinden ana karakterin psikolojisini ve içerisinde bulunduğu durumu metaforlar üzerinden anlatır. Düşköy ve burada yer alan Düşköy Yazlık Sineması ise olduğu halleri ile hiçbir metaforik anlatıma tabii tutulmadan okura aktarılırlar. Ve böylece yazar Düşköy’de yaşananların gerçekliğini doğrudan verir.

Bakış Açısı

Romanda anlatıcı, birinci tekil şahıs anlatıcıdır. Birinci tekil şahıs bakış açısı hem Düşköy anlatılarında hem de Suna’nın hayal dünyasının aktarıldığı anlatımlarda geçerli olan bakış açısıdır.

Anlatı bilfiil Birinci Bölüm (ana) içerisinde yer alan ‘’Gelincik Tarlaları’’ isimli bölüme kadar kesintisiz şekilde birinci tekil şahıs bakış açısı üzerinden ilerler. Söz konusu ‘’Gelincik Tarlaları’’ isimli bölüme gelindiğinde anlatı üçüncü tekil şahıs bakış açısına kayar. Bu bölüm yirmi yedi sayfadır. Ve Ayhan’ın bakış açısından geriye dönüşlerle birlikte hayatını öğreniriz. Bu bölümden hemen sonra gelen ‘’Dönemeç’’ isimli bölümle birlikte anlatı tekrar birinci tekil şahıs bakış açısına döner. Ve anlatı romanın sonuna kadar biteviye birinci tekil şahıs bakış açısının çerçevesinde kalır.

KAYNAKÇA

ARAL, İnci (2023), ‘’Ölü Erkek Kuşlar’’, Everest Yayınları, 2.Basım, İstanbul.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

N’OLA Kİ BU ORTODOKSLUK? ECE AYHAN’IN ORTODOKSLUKLAR’I ÜZERİNE

 GİRİŞ İkinci Yeni şiiri, şiirde anlamı düzyazıdan olabildiğince uzaklaştırmak isteyen, bundan dolayı da şiirde dizeden ziyade kelimeye yoğunlaşan bir poetik duruşa sahip bir akımdır. Cemal Süreya, ‘’Çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı.’’ der. Bilindiği üzere bir kelimenin anlamı, bir bağlam içerisinde kullanıldığı zaman geçerlidir. Kelime ise, bağlamı dışında anlamsızdır. Fakat İkinci Yeni şiiri, birbirinden bağımsız, anlamsız kelimeleri kullanır. Böylece yerel ve bir bakıma da evrensel eski şiir anlayışının mısraya dayalı yapısına karşı çıkar. Alışılmış sözdiziminden uzaklaşır, bağlama dışsal olan kelimelerin kullanımını tercih eder. Yukarıdaki açıklanan yeni şiir düsturunu İkinci Yeni şiiri içerisinde hiç şüphesiz en uç biçimde kullanan şair, Ece Ayhan’dır. Ece Ayhan’ın şiiri eleştirmenlerce, şaşırtıcı, kapalı ve anlamsız olarak yorumlanır. Ece Ayhan ise, poetikasına yöneltilen bütün bu eleştirileri bertaraf edecek şekilde şiirinin hermetik olduğunu söyler. Ece Ayhan iç

ÖLMÜŞ BİR KADININ EVRAK-I METRUKESİ’NDE ÖEDİPAL KARMAŞA

Pöpüler aşk romanlarının yazarı olarak tanınan Güzide Sabri, " Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi’’ nde yasak aşk konusunu ele alır. Romana oldukça otobiyografik öğeler adapte eden yazar, romanda romantik olana temayül eden son derece hassas, kırılgan bir kadının hatıralarını kaleme alır. Romanın ilk baskısının yapıldığı tarihteki hâkim edebi bakış açısı romanın üslubunda ve yazılma nedeninde etkili olan başat unsurlardan biridir. Güzide Sabri, genellikle romanlarını aşk acısı çeken ve bundan dolayı ölüme mahkûm edilen karakterler etrafında şekillendirir. Bu açıdan ‘’Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi’’ nde yazarın külliyatında bir devamlılık sağlar. Ancak roman, yazarın diğer romanlarına nazaran psikolojik arka planın toplumsal olanla bağdaşımının en yoğun yaşandığı romanıdır. Romanda aşk acısı çeken, annesiz ve babasız büyümüş bir kadının toplumsal olana karşı bir benlik inşa etme süreci verilir. Fakat bu süreç toplumsal düzlemde sürekli olarak kesintiye uğ

TÜRK EDEBİYATINDA BİR FLÂNEUR İZLEĞİ OLARAK YUSUF ATILGAN'IN AYLAK ADAM ROMANI ÜZERİNE BİR DERLEME

"Ben babamın yuvarladığı çığın altında kaldım." (Nilgün Marmara-Defterler) Giriş Flâneur bir kent gezginidir.En ücra köşelerine kadar metropolü arşınlar ve modern hayatın bütün görünümlerini müthiş bir aşkla gözlemler,ayıklar ve hafızasının arşivine kaydeder.Kalabalıklarda barınır,kalabalıklarla nefes alıp verir,kalabalıklara mest olur,tebdil-i kıyafet gezer.Kimse onu fark etmez; o ise herkesi fark eder.  İnsan sarrafıdır.Modern hayatın kahramanlarını o seçer.Ve kahramanları aynı zamanda yoldaşları olur.Flâneur kılıktan kılığa girerken onda erimez,aksine her defasında bireyselliğini yeniden pekiştirir.Bir dedektif gibidir,kalabalığın peçelediği izleri sürer. Flâneurün meziyetlerini 19.yüzyılün Larousse Ansiklopedisi de takdirle kaydeder; gözleri fal taşı gibi açık,kulağı kiriştedir.Kalabalıkları sürükleyen şeylerle ilgilenmez; derdi bambaşkadır, rastgele işittiği bir laf sayesinde akla hayale gelmeyecek bir kişiliği hayat onun önüne seriverir. Tıpkı karşılaştığı s