Ana içeriğe atla

TÜRK EDEBİYATINDA BİR FLÂNEUR İZLEĞİ OLARAK YUSUF ATILGAN'IN AYLAK ADAM ROMANI ÜZERİNE BİR DERLEME


"Ben babamın yuvarladığı çığın altında kaldım." (Nilgün Marmara-Defterler)



Giriş

Flâneur bir kent gezginidir.En ücra köşelerine kadar metropolü arşınlar ve modern hayatın bütün görünümlerini müthiş bir aşkla gözlemler,ayıklar ve hafızasının arşivine kaydeder.Kalabalıklarda barınır,kalabalıklarla nefes alıp verir,kalabalıklara mest olur,tebdil-i kıyafet gezer.Kimse onu fark etmez; o ise herkesi fark eder. 

İnsan sarrafıdır.Modern hayatın kahramanlarını o seçer.Ve kahramanları aynı zamanda yoldaşları olur.Flâneur kılıktan kılığa girerken onda erimez,aksine her defasında bireyselliğini yeniden pekiştirir.Bir dedektif gibidir,kalabalığın peçelediği izleri sürer.

Flâneurün meziyetlerini 19.yüzyılün Larousse Ansiklopedisi de takdirle kaydeder; gözleri fal taşı gibi açık,kulağı kiriştedir.Kalabalıkları sürükleyen şeylerle ilgilenmez; derdi bambaşkadır, rastgele işittiği bir laf sayesinde akla hayale gelmeyecek bir kişiliği hayat onun önüne seriverir. Tıpkı karşılaştığı safiyane bakışın,ressamı nicedir düşlediği bir ifadeye uyandırması veya herkese sıradan gelen bir sesin müzisyene ne zamandır aramakta olduğu armoniyi buldurması gibi. En derin düşüncelere dalmış bir filozofta bile,dışarıdan bir tahrik yararlı olur; fırtınaların denizi dalgalandırması gibi düşünceleri de sallanır durur.Zaten birçok dâhi de hakiki birer flâneur'dür; elbette çalışkan,üretken birer flâneur.Bir ressamın ya da sanatçının,işiyle en ilgisiz göründüğü zaman,çoğunlukla aslında işine en fazla daldığı zamandır.Doğal olarak flâneur'ün zamanıyla,kentin ve kalabalıkların oluşturduğu makinenin zamanı birbirlerine uymaz.Flâneur'ün zaman tasası yoktur.

Flâneur'ün dünyası,ömrünü ilerleme fikrine ve maddi hesaplara feda eden burjuvanın yergisi gibidir.Burjuva,başını alamadığı mesaisinden zar zor kendine bir serbest zaman yaratır; oysa,flaneur'ün zamanı serbesttir.Flâneur'ün avare gezinmesi,zamanını uzlaşma yoluyla rasyonelleştirdiği modern iş bölümüne karşı gösteri yürüyüşüdür sanki.

Flâneur'ün evi ancak ve ancak, kendini var edebildiği kent ve bu kentte devinim yaratan kalabalıklardır artık.Aslında,Flâneur etrafına avare,işsiz güçsüz gezinen izlenimini bilinçli olarak verir. 1840'larda pasajlarda kaplumbağa gezdirmek,bir süre için kibarlığın gereklerinden sayılmıştı.Flâneur kendisini kaplumbağaların temposuna uydurmaktan hoşlanırdı.Eğer ona kalsaydı,ilerlemenin böyle adımlarla sürmesini isterdi.

Kalabalıklar Flâneur'ün sığınağıdır, bu kalabalıkların artması ve zamansal ve mekansal olarak yayılması Flâneur'ü yalnız kalmaktan kurtarır ve onun ilham kaynaklarının artmasına yol açar. Artun'un belirttiği gibi "bu kalabalıkların giderek evlerden sokaklara, gündüzlerden gecelere taşan ve modern kente kamusal karakterini kazandıran kargaşası. Sanatçının yuvası, onu mest eden, düş gücünü coşturan bu çağdaş kaostur." Flâneur, kalabalıklardan esinlenir ve konularını yine oradan seçer, böylece sanatı yukarılara alıp gerçek hayatın içine çekmiştir.

Sanat dünyasını dört yüzyıl mahkûm olduğu akademide bekletilen tanrısal sahnelerin ezici zanaatından özgürleştiren, işte modern kentin ışıl ışıl çirkinliklerinde sanatçının keşfettiği güzelliktir. Modern destan tanrı ve tanrı adına hükmedenlerin katından, metropolün yeraltına, bu alemin kahramanlarına iner. Sanat ve edebiyat, ilk bu kahramanların çevresinde evrensel çehresini fark eder. Kent hâlâ sanatın hayatıdır. Şairi, maceracısı, sosyoloğu, antropoloğu... kılık kılık Flâneur, Baudelaire'in izinde sokakları arşınlamakta ve sanatını icra etmektedir. Dada'dan başlayarak bütün 20.yüzyıl boyunca Avangardın sokak kahramanı olmayı sürdürecek olan Flâneur, artık 19.yüzyıldaki gibi, sanat eserinin birisinden hafıza, arşiv değildir. Çünkü onun mesaisi olan avarelik başlıbaşına sanat eserinin yerine geçmektedir. Dada'nın 1920'lerde başlattığı anlamsız, keyfî kent turlarında olduğu gibi. Dadacılar, rastgele saatlerde, rastgele noktalara düzenledikleri turlarda, en sıradan, en tesadüfî karşılaşmalardaki gizemi bulup çıkarırlar. Aynı zamanda, hesaplı kitaplı, dakik kent hayatının yoksunluklarına dikkat çekerler.

1950'lerde başlayarak seslerini duyuran Situasyonistler ise kent hayatına erkin katılımı ve onun dönüştürülmesini öngörürler. Kenti bir kültürel deney ve oyun sahası gibi tasarlayarak yabancılaşmayı kırmayı ve gündelik hayatta devrim yapmayı hayal ederler. 

Fluxus ve kavramsal sanat Flâneur'lerinin düzenledikleri performanslar ise gerçeklikle temsilin örtüşmesi düşüncesinden yola koyulur; Modernizmin ikisini birbirinden koparan özerklik damarını eleştirir ve sanatın topluma ve hayatta erimesini önerir; sanat nesnesinin sonunu işaret eder. 

Günümüz sanatçısı da 20.yüzyılın Flâneur'leri gibi ilham ve üretimlerimde, büyük çoğunlukla kenti kullanırlar. Ancak, günümüzde sanatçı maruz kaldığı imgeler bombardımanı sayesinde, önceki dönem sanatçılarına göre, belleğinde daha büyük bir arşiv bulundurmaktadır. Bu imgeler başta televizyon, İnternet ve basılı yayınlar olmak üzere, dış dünyadaki bilboard, led ve her türlü tabela ve ilanlarda yer alan imgelerdir. Bunların yanı sıra günlük kullanım nesneleri de tasarımın büyülü değneğiyle birer sanat nesnesine dönüşüp insan beyninde estetik bir imgeye dönüşmüştür. Böylece reklam, tasarım ve sanat arasındaki ayrımın da kalkmasıyla sanatı her yerde görülür olmuştur.

Baudrillard'nın belirttiği gibi "Amerika'da cinsel ilişki dışında her yerde cinsellikle karşılaşabilirsiniz." Şimdi her yerde sanat var, sanatta bile... Sanat sahip olduğu ayrıcalığı tümüyle yitirdi. Tam da bu nedenle onu her yerde bulabiliyoruz. Günümüz sanatçısının bir farklılığı da eski dönem Flâneur sanatçılarının ilham aradığı kamusal alanlara, günümüzdeki mevcut Sanal Kamusal Alanların eklenmesi ve günümüz sanatçılarının bu kamusal alanlarda da dolaşıp ilhamımı arayabilme olanağının olmasıdır. Bu durum ilhamın bulunması, eserin üretilmesi ve sergilenmesinde de büyük değişikliklere yol açar. Bu değişiklikler, Sanal Paçavracılık ve Sanal Hikâye Anlatıcılığında da kendini gösterecektir.


I.Bölüm: Aylak Adam

Yusuf Atılgan'ı  "Aylak Adam"ı yazdığı yıllara baktığımızda,bu yılların Batı'da "Yeni Roman" anlayışının ortaya çıktığı yıllar olduğunu görürüz.Kendilerine "Yeni Romancılar", "Bakış Romancıları", vb. birtakım isimler verilen bu romancılar,aslında her ne kadar kendileri reddetse de bir kuram etrafında bir araya geliyorlardı. Bu kuram, "geçmişin romanına karşı çıkmak"tır. Onları biraraya getiren şey buydu. Geçmişin romanına karşı çıkarken de Alain Robbe-Grillet'nin "Yeni Bir Roman İçin (Pour un Nouvrau Roman)" adlı eserinde dile getirdiği romana ilişkin kimi söylemleri,tezleri paylaşıyorlardı.Robbe-Grillet'ye göre romanda eskimiş bazı kavranlar vardı.Bunlar yeni bir anlayış,yeni bir yorumla ele alınmalıydı.Bunlar hikâye,kişi,anlatım,zaman ve mekân kavramlarıydı. Bu kavramlara getirdikleri yorumlar ve romanlarında bunlara yükledikleri fonksiyonlarla aslında romana ilişkin savunduklarını uyguluyorlardı.Nitekim bu,Zeraffa'nın deyişiyle,eğer romandaki kişi anlayışı değişiyorsa bu romanın değiştiği anlamına gelmekteydi.

Yusuf Atılgan'ın ilk romanı olan "Aylak Adam", 1957-58 Yunus Nadi Roman Armağanı ikincilik ödülünü almıştır.Birinci ve üçüncü olan romanlar,Cumhuriyet Gazetesi tarafından tefrika edildiği halde Yusuf Atılgan'ın "Aylak Adam"ı yayımlanmaz.Eser,ödül aldıktan bir yıl sonra Varlık Yayınları tarafından basılır.Modernizm ve postmodernizmin bazı özelliklerinden faydalanılarak farklı bir tarzda kaleme alınmıştır.Romanın merkezi kahramanı C,işi olmayan biridir.Fakat her sabah işi varmış gibi evinden çıkar.Ressamları ve üniversite arkadaşlarını dolaşır,caddeleri arşınlar.Mutlu olacağı bir kadını arama düşüncesiyle önce Ayşe'ye sonra Güler'e aşık olur.Fakat tekrar Ayşe'ye döner.Tam aşkı bulduğuna inandığı zaman tekrar Ayşe'den ayrılır.Her zaman gittiği tatlıcıdq oturuken dışarıda bir kadın görür.Kadınla tanışmak için dışarı çıkar fakat kadın otobüse binerek oradan uzaklaşır.C,yıllardır beklediğine inandığı kadını kaçırmış olur.

Atılgan'a göre romandaki kişi, klâsik roman kahramanlarının toplumsal örnek oluşturmalarının aksine, psikolojik sorunları, yaşadıkları ve yaşamadıklarıyla,takıntılarıyla ele alınmalıydı romanda. Gezen, uyuyan, yiyen, içen, çişi gelen, cinsel dürtülerini gerçekleştiren kişiler yer almalıydı romanda. Ona göre kötü yazar, romanına yasak bölgeler koyan yazardı. Romandaki kişilerin kim oldukları çok önemli değildi. Aylak olabilirlerdi. Adları, meslekleri, sostal statüleri çok da önemli değildi. Kıskançlık(Robbe Grillet)'taki A... gibi Aylak Adam'daki C. de olağanüstülükleri ya da sosyal konumlarıyla romanda yer almıyorlardı. Hayatın içinden birer insandılar. Onlar Aylak Adam'da olduğu gibi ayak yoluna gider, sarhoş olup dayak yerlerdi, aykırılıklar yaparlardı. Takım elbiseleriyle yolda yürürken, simitçiden simit alıp yerlerken kendilerine bakılmamalıydı. Çünkü sokakta takım elbiseli birinin simit yemesi yasak olmamalıydı. İnsanın adlandırılması da insana ait en az bilgileri vermesiyle aynı anlamdaydı. Onu adlandırmak, ona bir ad vermek ancak başkaları tarafından yapılıyordu.

"...Bence insanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır. Doğar doğmaz, o bilmeden başkaları veriyor. Ama yapışıp kalıyor ona." 

Aylak Adamdan ilişkin bildiklerimiz oldukça sınırlıdır. Aylak Adam'daki C.adlı roman başkişisinin geçmişine ait ulaşabileceğimiz bilgiler oldukça sınırlıdır. 28 yaşlarında, içerisinde hizmetçilerin olduğu evde çocukluğunun geçtiği söylenen, kumar düşkünü babası olan bir roman kişisidir C.

Öyle bir aylak adamdır ki bu, kural tanımaz, dünyayı pek kâle almaz. İşinin ne olduğu sorulduğunda, "Aylağım ben" diyen biridir. Birey olarak yaşayan ve "sen görmediğin zaman başkaları seni görmez" diyen biridir C. Klasik roman kimşilerinin aksine bir kişiliğe sahip olan C.'nin bilinçaltında yer alan "iki kişilik sevgiye dayalı" dünyasının peşinde giderken, aslında başkalarının bu dünyayı anlayamadıkların da farkındadır.

Yabancılaşmanın egemen olduğu çağda Aylak Adam romanıyla Atılgan, insan-nesne, insan-çevre ilişkilerindeki bu yabancılaşmayı aylaklıkla ortaya koyar. Kolcu'ya göre, "Yusuf Atılgan'ın romanları bireyin kendisiyle, toplumuyla ve çevresiyle olan çatışma üzerine kurulmuştur." C.'nin ya da A.'nın yaptıkları, ortaya koydukları eylemlerin ötesinde, iç dünyalarının dışa yansıyan biçimleriyle romanda var oluşları modern roman kimilerinin en belirgin özellikleri olmaktadır. Psikolojik analizlerin bilinçaltılarında yatanı ortaya çıkarmaya yönelik eylemleri okuyucuya sunulurken, romanların okuyucu tarafından kolay okunan romanlar olması da zorlaşmaktadır.

Yusuf Atılgan, Aylak Adam romanında kullandığı anlatım teknikleri bakımından romana üst düzeyde bir kimlik kazandırır. Aylak Adam, kış, ilkbahar, yaz ve güz olmak üzere dört bölümden meydana gelir. Romanın baş kişisi olan C., bir komisyoncu olan babasından kendisine kalan mirastan dolayı varlıklı olmasına rağmen, manevi yönden boşluk içindedir. Bir bakıma bohem olan C., İstanbul'u Nişantaşı, Harbiye, Beyoğlu, Maçka gibi entelektüel ve zenginlerin yaşadığı mekânlarda boy gösterir. C., roman boyunca hayalindeki kadını arar. O, zamanın çocuğunu İstanbul'un cadde ve sokaklarında, birahane ve meyhanelerinde geçirir. C., çocukluğuna ait anıların çağrısını hayatın hemen her safhasında hisseder. Bunun en güzel örneklerinden biri C.'nin sinemanın derin localarında yaşadıklarıdır. Burası C.'yi geçmişine, bilinçaltına çağıran mekân olarak simgesel bir değer taşır. İnsanların el ele tutuşmak, sarılmak ve öpüşmek için geldiği bu mekâna C.'yi çeken asıl şey, ne iş yaptığını herkesin bildiği Şaşı Kadın'ı Zehra Teyzesine benzetiyor olmasıdır. Şaşı Kadın C.'yi sinemanın derin, küçük, gömük ve karanlık localarına çağırırken onu Zehra Teyzesiyle yaşadığı cennetten kopma zamanlarına ve Kadın düşkünü baba arketipine taşır. Böylece deri localar C.'nin bilinçaltının simgesi olur. C., babasından nefret ettiğini için ailesinin kendisine verdiği ismi kullanmaz. O, babasının kendisinin hayatından çaldığı paralarla servet yaptığını düşünmekte ve aylaklık yaparak bir bakıma babasından öç almaktadır. C., âdeta kendisi için yaratılmış olduğuna inandığı kadını aramaya kendisini adamıştır. Zihninde oluşturduğu köyü mavi gözlü, şefkatli ve içten kadın tipi, bir bakıma Zehra Teyzesine benzemektedir. Bu kadın onu her zaman gerçek bir anne şefkatiyle sevmiş ve okşamıştır. Zehra Teyzenin bu dokunuşlarıyla ortaya çıkan ötekinin sıcaklığını duyumsama biçimi C.'yi hayatı boyunca takip edecek ve onun anne-sevgili-kadın tipini aramasına yol açacaktır. 

Romanın ilk bölümünde C., yazarlardan, müzisyenlerden, ressamların oluşan entelektüel bir çevreye sahiptir. C., kendisine bir meşguliyet ararken, önceleri şehirdeki ilginç bulduğu sokak isimlerinin yer aldığı bir kitap hazırlamayı düşünür. Birkaç günlük bir araştırmadan sonra bu işten sıkılır ve hikâye yazmaya karar verir. Bu işten de haz almayan C., kendisi için en uygun işin aylaklık olduğuna karar verir.


Yusuf Atılgan, Aylak Adam'da, özellikle bilinç akışı, iç monolog, diyalog, geriye dönüş, günlük, mektup ve leitmotif tekniğini iç içe kullanır. Bu şekilde birçok anlatım tekniğinin yazar tarafından serbestçe kullanıldığı romanlar, postmodern edebiyatın söylem çoğulluğunu bize hatırlatır. Yazarın bu tekniklere çokça başvurması okuyucunun romanın baş kişisi C.'nin psikolojik yapısını daha iyi tanımasını sağlar.

Yazarın aslî kişinin adını simgesel bir işaretle vermesi, açılımını tamamlayamamış bir varlığı da simgeler. C., henüz kişiliği olgunlaşmamış, çocukluktan gelen sorunlar yumağının kabuğunu kıramamış bir varlıktır. C., çocukluğuna takılıp kalan bir kişiliğe sahiptir. C.'nin psikolojisini ortaya seren unsurlar içinde en ön planda gelen babadır. Çünkü C.'nin psikolojisi üzerinde baba fenomeni çok etkilidir. C. de bu durumu "bende gördüğün her şey babamla başlar" cümlesiyle ifade eder. Çocukluğunda aldığü babasının neden olduğu ruhsal yaralanmalarından kurtulmak için babasının vefatından sonra Alemdar'daki çocukluğunun geçtiği evi, eski hayatına ait izleri silmek için satar. Roman boyunca Aylak Adam'ın yaptığı hemen bütün hareketlerin, geçmişe, özellikle de çocukluğuna dönük psikolojik bir art alanı ve alt yapısı vardır. Bu yüzden romanda kullanılan geriye dönüş tekniği C.'nin psikolojisinin arka planını ortaya koyması için kullanılmıştır.

Atılgan, bu ilk romanında C.'nin bilincini sergilemek için iç çözümleme, aktarılan iç konuşma, alıntılanan iç konuşma gibi yöntemlerden yararlanır bol bol. C.'nin iç konuşmaları, onun duygu ve düşüncelerini, hayat felsefesini, arzularını vb. aktarmada büyük önem taşır. Yazarın ilk romanında C.'nin psikolojisinin üzerinde durmasının nedeni, başkalarına benzemeyen bir roman kişisini, onun iç dünyasına inerek derinlemesine işlemek ve böylece yeni bir karakter yaratmaktır. Romanın baş kişisi C.'nin içsel hesaplamasının geçtiği kısımlar başarıyla verilir. 

Aylak Adam'ın ilk bölümünde C., aylaklığının nereden kaynaklandığını iç diyalog tekniğiyle anlatır: " -Alay falan değil, dedi, dört gün önce bir sokak levhasında 'İki Öksüzler Sokağı' adını okuduğum zaman kendi kendimi bir işe atadım. Şehrin sokak adlarını toplayacak bunlar üstüne düşünecektim. İspatı burada... Üç gün çalıştım bu işte; dün öğlen bıraktım. Hangi sokağa gitsem ardında hep o bir omuzu düşük adam vardı."

Leitmotif (main theme, central motif), ana motif, anlamlı tekrar, nakarat, tema anlamlarına gelmekte olup özellikle psikanalitik eserlerde kendini hissettirir. Bu unsur, edebi anlatılarak psikanalistik yapıyı çözmeye yardımcı olur. Aylak Adam'da leitmotif unsuru olarak karşımıza çıkan başlıca dört öge vardır: bıyık, kulak tiki, kadın bacakları ve aylaklık.

Bıyık, ataerkil (pederşahi, patriarkal) toplumlarda hegemonik bir imgedir. Bu romanda bıyık leitmotifi, C.'nin hayatında önemli yere sahiptir. C., babasından bahsettiği kısımlarda genel olarak onun bıyıklarına vurgu yapar. C., evlerinde bir dönem hizmetçilik yapan kadının -çapkın bir kişi olduğu gerekçesiyle- kendisini babasına benzetmesine oldukça sinirlenir. Bu duruma "defol, babama benzemem ben" diyerek karşı çıkar. C.'yi babasına benzemektedir tiksindirici sebepler onun çocukluk yıllarında başlar. Annesini küçük yaştayken kaybeden C., anne şefkatini teyzesi Zehra'da arar. Zehra, C.'ye bir anne şefkatiyle yaklaşır. Babasına olan nefretinden ötürü, büyüyünce bıyık bırakmamaya kendisine söz verir. Romanın ilk bölümünde sinemada Ayşe'nin yakınında bıyıklı bir gencin oturmasına tedirgin olur. C., romanın sonraki kısımlarında da bıyıkları mesafeli ve tedirgin yaklaşır.

Aylak Adam'daki bir başka leitmotif de kulak tikiyle ilgilidir. Çocukluğunda annesi gibi sevdiği Zehra Teyzesine babasının cinsel zorbalıkla bulunduğunu gören C., babasının üzerine atlayarak elini ısırır. Bunun üzerine babası da C.'nin kulağını yırtarcasına çeker. Zehra Teyzenin "kulağı yırtıldı" diye attığı çığlıklar, C.'nin zihninde hâlâ yankılanmaktadır. Aradan yıllar geçmesine rağmen, gergin olduğu zamanlarda kulağını kaşır.

C., babasını "içilmiş şarap kokulu öpüşler" ile beraber hatırlar. C.'yi en çok üzen olaylardan biri de babası eve her her geldiğinde onun kendisini Zehra Teyzesinden ayırmasıdır.

C.'nin babasının evin hizmetçilerine ve Zehra Teyzeye uyguladığı tecavüzkâr baskılar, C.'nin babasından nefret etmesinde önemli bir husustur. C.'nin, babasının Zehra Teyze ile Oedipus Kompleksi ile de açıklanabilir. Çünkü Zehra Teyze, annesi ölmüş olan C.'ye bir anne sevgisi ve şefkatiyle yaklaşmış; C. de ona gerçek annesiymiş gibi bağlanmıştır. C., babasının Zehra Teyzeyi kendisinden koparmasından dolayı babasına içten içe düşmanlık besler. Bu durumu mitik açıdan da ele alabiliriz. Mitik anlamda çocuk cennete özgü bir zamanda yaşar. Anne, çocuğun dünyası ve cennetidir. C.'nin dünyası ve cenneti bir bakıma Zehra Teyzesidir. Babanın sevgiyi sadece tensel bir zevkten ibaret görmesi ve Zehra Teyzeyi de cinsel bir obje konumuna düşürmesi, C.'yi yaşadığı cennete özgü zamandan koparmıştır.

Çocukluğunda babasının hegemonik baskısı altında kalan C., psikanaliz de önemli bir unsur olan Baba Sendromu'nun izlerini ve etkilerini hayatı boyunca üzerinde taşır. Freud, "Dostoyevski ve Baba Katilliği" adlı yazısında Dostoyevski’nin çocukluğunda babasının ölümünü istemesinden, sara hastalığından vb. bahseder. O, Oedipus Kompleksi'ni normal insan gelişiminin bir parçası olarak düşünür, erkek çocuk annesini elde etmek için sınır tanımayan bir arzu ve çaba içinde olacağını, ama annesinin aslında babasının olduğunu anlaması gerektiğini ifade eder. Bu zaman zarfında çocuk, babasına bir anlamda rakip olduğunu ve babasının kendisine ciddi zarar verebileceğini düşünür. Baba, aslında çocuğa bu sebeple bir ceza vermeyeceği halde, çocuğun düşünce dünyasında durum farklıdır. Çocuk, bir süre sonra anneye sahip olma konusunda babasına rakip olamayacağını fark edince ilgisini kız çocuklara, oyuncak vb. nesnelere yöneltir. C.'nin babasından nefret etmesinin sebepleri çocukluk yıllarına gitmektedir. Babasının, kadın bacaklarına düşkün, bıyıklı ve C.'nin kulağını yırtmış olması, C.'nin davranışlarına çokça yansır. O, bıyıklılardan nefret eder, sebepli sebepsiz kulağını kaşır, tramvayda arkasına oturduğu yolcuların kulak kirleri bile dikkatini çeker. C., bir gün bir kadının peşinden giderken, kadın bir süre sonra gözden kaybolur. C., yine kulağını kaşır. C., hayatı boyunca baba arketipinin izlerini taşır. Babası gibi olmak istemeyen C., kadın bacaklarına ilgi duymasına rağmen, onlara dokunmaktan kaçınır. İlk gençlik yıllarında karşı cinse duyduğu ilgi ve istekten dolayı kendini suçlamış ve kadınların bacaklarına dokunamamıştır. Romanın ikinci bölümünde C., Güler ile olan ilişkisinde onun bacaklarına dokunmaktan çekinir. 

C., babasından kalan paralarla yaşamını sürdüren, kendisini toplumdan soyutlama, kendisiyle ve toplumla çatışan bir kişidir. Aylaklığı, âdeta bir meslek haline getiren C., benimsediği "aylaklık" ile bir yandan babasından intikam almaya çalışırken, diğer yandan toplumun düzenine isyan eder.

Aylak Adam'da mektup tarzının kullanılması ise hem romanın baş kişisi C.'nin daha iyi tanıtılmasını sağlar, hem de romandaki olayların inandırıcılığını artırır. 

Yusuf Atılgan, Aylak Adam'da diğer anlatı türlerinde beraber günlük tutma tekniğini de kullanır. Yazarın bu tutumu, psikolojik derinliği olan romanı daha gerçekçi kılmak ve okura yeni bakış açılarıyla seslenebilmektir. Romanın ilk bölümünde Ayşe'nin günlük tuttuğundan haberdar oluruz. Okuyucu burada Ayşe'nin C. hakkındaki düşüncelerinden C.'yi daha iyi tanıma imkânı bulur.

Aylak Adam'ın üçüncü bölümünde geriye dönüş tekniğiyle C.'nin çocukluk yılları ile ilgili bilgiler verilir. Yazarın bu tekniği kullanmasının sebebi, C.'nin babası tarafından maru kaldığı baskıyı okuyucuya daha gerçekçi verebilme gayretidir. 

Sert ve soğuk baba ile yumuşak ve sıcak teyze figürleri (animalar), C.'nin huzursuzluğunun kaynaklarıdır. C.'nin huzursuzluktan çıkış yolu sevgidir. Arayışın son basamağı huzurdur. Yazar, sevgiyi tam olarak yansıtabilmek için renkten istifade eder. Genel olarak rahatlık ve huzur, mavi renkle ifade edilir. Bu romanda aranan, beklenen, istenen, nesneler hep mavi renklidir. Mesela C.'nin teyzesinin ve Güler'in gözü mavidir, Çıplak adlı tablonun, lambanın, Ayşe'nin mayosunun, yağmurluğunun rengi mavidir. Yani C.'nin aradığı huzurun rengi hep mavidir. 

Bu tür roman kahramanlarının psikolojik sorunların temelinde genelde cinsel meseleler vardır. Cinsellik sadece C. için söz konusu olmadığı gibi C.'nin dışındaki bazı cansız nesneler için de geçerlidir. Mesela C.'nin sahip olduğu ve beraberinde tatile götürdüğü tablonun adı "Çıplaktır. Yusuf Atılgan'ın belki de psikolojiyi daha iyi vermek gayesiyle cinselliği bu kadar işlemiş olması, bazıları tarafından bir kusur olarak da kabul edilmiştir. Atılgan, psikoloji için cinsellikten istifade ederken, sinemadan da faydalanır. 

C.'nin psikolojik sorunlarında hayal kırıklığı da etkilidir. C., değer verdiği teyzesinin, tiksindiği babasının metresi olduğunu öğrenince yıkılır. Ayşe ve Güler'de aradığını bulamadığı zaman üzülen gene C. olur. C., tatlıcıda otururken sokakta gördüğü bir kadına yetişmek için caddeye fırlar. Fakat kadın otobüse binip oradan uzaklaşır. Tam hayalindeki kadını bulduğunu düşünürken onu kaybetmek yine hayal kırıklığına neden olur. Roman, Aylak Adam'ın yaşadığı hayal kırıklıkları sonucu ortaya çıkan yenilgiyi kabul edişidir.

Psikolojik unsurlardan biri olan rüya, yazar tarafından C.'nin bilinçaltını ortaya çıkarmak için kullanıyor. Aynı şekilde ruh çözümlemeleri de romana, psikolojik bir hüviyet kazandırmıştır. Bu kadar psikolojik sorunlara sahip olan C., ara sıra da olsa kendisinden beklenmeyen akılcı davranışlar da sergiler. C., yüzünü görmediği bir kadının güzel olup olmadığını karşıdan gelen erkeğin kadına bakışından çözer.

Romanda psikolojinin sağladığı ana unsur ise avarelik yani aylaklıktır. C.'nin meşguliyetinin olmaması, hayattan bir beklentisinin olmamasına sebep olmaktadır. C.'nin aylaklığı, Oedipus Kompleksi ile Anıma Arketipi'nden kaynaklanmaktadır. Yani toplumsal baskıdan değil tamamen kişiseldir. Bu durum da C.'nin psikolojisini etkilemektedir.

Yusuf Atılgan'ın kaleme aldığı romanların özgün karakterlerinin yalnızlık, mutsuzluk, uyumsuzluk, yabancılaşmak gibi baskın nitelikleri, gerekse yine aynı merkezdeki temaları dolayısıyla varoluşçulukla belirgin bir bağı olduğu ortak kabullerden biridir.

Olağanın dışında gerçekleşen sıradan bir olay ya da değişim, daha köklü/anlamlı bir değişimin de olabileceği yanılgısını yaratmaktadır. Bu sıkıntının arasında zaman zaman yeşeren, her şeyin bir gün değişeceği umuduna rağmen, umutsuzluk çoğunlukla kanıtlayan bir hâl olur ve bu da bazı bireyler tarafından "aylaklık" olarak dışavurulur. Şüphesiz Atılgan, daha önce Aylak Adam adlı romanında Bay C. aracılığıyla, kentli eğitimli bir gencin kişiliği ve beklentileri üzerinden bunun bir felsefesini kurmaya çalışmıştır. Yusuf Atılgan "aylaklık" ile "bohemlik" kavramları arasında bir karşılaştırma yaparak aylaklığı "doğululara özgü" bulduğunu ifade ederken, ortak noktalarının "her ikisinde de olmayanı aramak" olduğunu söylemektedir. Aylaklık, hikâye kişilerinin, hiçbir şeyin anlamlı bir şekilde değişime uğramayacağına, umutsuzluğa, yaşamın anlamsızlığına ve tutarsızlığına verdikleri cevaptır.

Modern roman insanın iç dünyasına, ruhuna, bilinçaltına eğilir. İnsanın iç dünyasındaki zenginliğini keşfe çıkar. Modern romancı, gerçeğin dış dünyada değil; insanın iç dünyasında, ruhsal dünyasında saklı olduğuna inandı ve toplum yerine bireye, sosyal olan yerine psikolojik olana yöneldi. Atılgan'ın bu romanda okuyucuya bilinenin dışında bir roman kişisi sunduğu açıktır. Bu öyle bir kişidir ki mesleği aylaklıktır. Okuyucuya vermek istediği bir mesajı var mıdır bu romanın? Ya da niçin yazmıştır bu romanı Atılgan?

Orhan Kemal'in jüri üyesi olarak bu romana ilişkin söyledikleri, bize Fransa’da yeni romancılar için söylenenleri hatırlatıyordu âdeta: "Aylak Adam'ı okudum. Güzel roman doğrusu... Ama biraz filozof... Bunalan genç adamlar ve meyhaneler... Ve bu adam yaşıyor, sevişiyor, güzel. Romanın kapağını kapatınca bana vermek istediği, bana duyurmak zahmetine katlandığı mesajı ne? Kaypak bir mesajı var ama bir roman için, hem de iyi bir roman için bu yetmez."

Orhan Kemal'in söylediklerinin benzerleri, yeni romancıların kitapları okunduğunda benzer eleştirilerle karşılaşıyordu. Ne söylemek, ne anlatılmak isteniyordu bu romanlarda? Klâsik roman okuyucusunun alışık olmadığı tarzda ortaya konan bu eserler okuyucuyu romandan uzaklaştırıyor eleştirileri dolaşmaya başlamıştı edebiyat çevrelerinde.

Oysaki, yeni romancılar için roman, bir maceranın anlatımından daha çok yazının macerasıydı. Yazının macerası sağlam bir dil, sağlam bir kurgu geliştirmeyle sağlanıyordu. Nitekim Atılgan kendisine nasıl yazdığı sorulduğunda "her kelime ve cümle üzerinde dururum" diyerek kullandığı dile özen gösterdiğini belirtiyordu. Yazarlığın kendisinin mesleği olmadığını söyleyen yazar, yazdıklarından para geldiğinde tuhaf olur. Ben istediğim için yazıyorum derken, yazmanın, yazıyor olmanın ve hiçbir şeye angaje olmadan yazmanın üzerinde duruyordu.

Atılgan, psikoloji için modernizmden de istifade eder. Problem yaşayan bireyin hikayesi olan modernizmin getirdiği parçalanma, yalnızlaşma ve yol açtığı travmalar bireye, toplum içinde savunmasız bırakan bir hayat teklif etmektedir. Hızlı sanayileşme, mahalle hayatının ortadan kalkıp apartmanların duvarları arasına sıkışan birey, ne işinde ne de öteki sosyal alanlarında istediği ilişkileri kuramamakta bu da zamanla onun iyice yalnızlaşmasına ve içinde uyuyan psikozların günışığına çıkmasına sebep olmaktadır. Bunun sonucu olarak da birey önce topluma ve çevresine sonra da kendisine yabancılaşmakta hatta ötekileştirmedir. Yalnızlığın getirdiği psikolojik sorunlar sebebiyle C., sıradan insanlar gibi bir hayat istemez. Bundan dolayı Hilmiz Yavuz, C.'yi, "Cumhuriyet dönemi alafranga züppe tipi" olarak tanımlar. Alışılmışa karşı olan C.'nin itiraz ettiği hayat tarzı; evlilikte. Bundan dolayı evliliğin temsil ettiğine inandığı "eli paketliler" ve "üç oda bir mutfak" olgsundan nefret eder.

Mehmet Narlı'ya göre, modernleşen insan, mekân-kültür-aşk merkezini de büyük ölçüde yitirir. Bu bağlamda Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ı tutunabileceği bir şeyi arayan kentlinin hikayesidir.

Kafka ve Proust'u çokça okuyan yazar, bu süreçte Anayurt Oteli adlı ikinci romanını yazmıştır. Ancak daha önce yazdığı Aylak Adam ona göre "bir çeşit günlük yaşamın eleştirisiydi, bir karşı çıkıştı." Yani kültürlü bir aydının bazı toplumsal kurallara, evliliğe, eli paketli olmaya vb. karşı çıkışı; özgürlüğe tutkunluğuydu. Olmayanı aramanın temel amaç olduğu bir aylaklığı yansıtan bu romanı yazarken Atılgan, Varoluşçuluktan etkilendiğini dile getirmektedir."

Kaynakça

ACEHAN, Abdullah. Fehim Bey ve Biz, Anayurt Oteli ve Aylak Adam Romanlarına Psikolojik Bir Bakış. Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 2012-1,Ocak-Haziran, Balkan Özel Sayısı-1, s.128-152.

AYDIN, Seçkin. Walter Benjamin'in, Flâneur, Paçavracı ve Hikâye Anlatıcısı Kavramlarıyla Günümüz Sanatçısının Portresi. 21.Yüzyılda Eğitim ve Toplum Dergisi, Cilt 1, Sayı 2, 2012.

BÜYÜKASLAN, Ali. Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam Romanı ve A...'dan C.'ye (A üç noktadan C noktaya) Roman Kişisi. Universite March Bloch/ Strasbourg Département d'Etudes turques.

KARABULUT, Mustafa. Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam Romanında Anlatım Teknikleri. Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/1, Winter 2012, p.1375-1387, Turkey.

ŞENDERİN, Zübeyde. Bodur Minareden Öte Yusuf Atılgan ve Absürt Birey. Türkbilig, 2010/20: 248-2.


Not: Bu yazı, Banu Kapkıner tarafından kaleme alınmamıştır; Kaynakça'da bahsedilen yazarların metinlerinden Banu Kapkıner tarafından yapılan bir derlemedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

N’OLA Kİ BU ORTODOKSLUK? ECE AYHAN’IN ORTODOKSLUKLAR’I ÜZERİNE

 GİRİŞ İkinci Yeni şiiri, şiirde anlamı düzyazıdan olabildiğince uzaklaştırmak isteyen, bundan dolayı da şiirde dizeden ziyade kelimeye yoğunlaşan bir poetik duruşa sahip bir akımdır. Cemal Süreya, ‘’Çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı.’’ der. Bilindiği üzere bir kelimenin anlamı, bir bağlam içerisinde kullanıldığı zaman geçerlidir. Kelime ise, bağlamı dışında anlamsızdır. Fakat İkinci Yeni şiiri, birbirinden bağımsız, anlamsız kelimeleri kullanır. Böylece yerel ve bir bakıma da evrensel eski şiir anlayışının mısraya dayalı yapısına karşı çıkar. Alışılmış sözdiziminden uzaklaşır, bağlama dışsal olan kelimelerin kullanımını tercih eder. Yukarıdaki açıklanan yeni şiir düsturunu İkinci Yeni şiiri içerisinde hiç şüphesiz en uç biçimde kullanan şair, Ece Ayhan’dır. Ece Ayhan’ın şiiri eleştirmenlerce, şaşırtıcı, kapalı ve anlamsız olarak yorumlanır. Ece Ayhan ise, poetikasına yöneltilen bütün bu eleştirileri bertaraf edecek şekilde şiirinin hermetik olduğunu söyler. Ece Ayhan iç

ÖLMÜŞ BİR KADININ EVRAK-I METRUKESİ’NDE ÖEDİPAL KARMAŞA

Pöpüler aşk romanlarının yazarı olarak tanınan Güzide Sabri, " Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi’’ nde yasak aşk konusunu ele alır. Romana oldukça otobiyografik öğeler adapte eden yazar, romanda romantik olana temayül eden son derece hassas, kırılgan bir kadının hatıralarını kaleme alır. Romanın ilk baskısının yapıldığı tarihteki hâkim edebi bakış açısı romanın üslubunda ve yazılma nedeninde etkili olan başat unsurlardan biridir. Güzide Sabri, genellikle romanlarını aşk acısı çeken ve bundan dolayı ölüme mahkûm edilen karakterler etrafında şekillendirir. Bu açıdan ‘’Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi’’ nde yazarın külliyatında bir devamlılık sağlar. Ancak roman, yazarın diğer romanlarına nazaran psikolojik arka planın toplumsal olanla bağdaşımının en yoğun yaşandığı romanıdır. Romanda aşk acısı çeken, annesiz ve babasız büyümüş bir kadının toplumsal olana karşı bir benlik inşa etme süreci verilir. Fakat bu süreç toplumsal düzlemde sürekli olarak kesintiye uğ