Ana içeriğe atla

ÖLMÜŞ BİR KADININ EVRAK-I METRUKESİ’NDE ÖEDİPAL KARMAŞA

Pöpüler aşk romanlarının yazarı olarak tanınan Güzide Sabri, "Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi’’nde yasak aşk konusunu ele alır. Romana oldukça otobiyografik öğeler adapte eden yazar, romanda romantik olana temayül eden son derece hassas, kırılgan bir kadının hatıralarını kaleme alır. Romanın ilk baskısının yapıldığı tarihteki hâkim edebi bakış açısı romanın üslubunda ve yazılma nedeninde etkili olan başat unsurlardan biridir. Güzide Sabri, genellikle romanlarını aşk acısı çeken ve bundan dolayı ölüme mahkûm edilen karakterler etrafında şekillendirir. Bu açıdan ‘’Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi’’nde yazarın külliyatında bir devamlılık sağlar. Ancak roman, yazarın diğer romanlarına nazaran psikolojik arka planın toplumsal olanla bağdaşımının en yoğun yaşandığı romanıdır. Romanda aşk acısı çeken, annesiz ve babasız büyümüş bir kadının toplumsal olana karşı bir benlik inşa etme süreci verilir. Fakat bu süreç toplumsal düzlemde sürekli olarak kesintiye uğrar.

Giriş
İlk baskısı 1905 tarihli olan ve günümüze kadar defalarca baskısı yapılan ‘’Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi’’ isimli romanında Güzide Sabri, yasak aşk  konusunu ele alır. Bu açıdan roman, konusu bağlamında Popüler Roman kategorisinde yer alır. Roman, Suat’ın Fikret’in hayatına dair naklettikleri, Fikret’in iki sene süre zarfında kaleme aldığı hatıraları ve Suat’ın ismi meçhul arkadaşının beyan ettiği şahsi görüşleri açısından anlatıcı unsurun kimi yerde birinci tekil şahıs, kimi yerde üçüncü tekil şahıs bakış açısına dönüşmesiyle çok katmanlı bir anlatı düzlemine sahiptir. Roman, teknik olarak başat anlamda hatıra-mektup tekniğini içerir. Romanın şahıs kadrosunu ise çoğunca kadın karakterler oluşturur. Romandaki kadın karakterlerin sayısı on iken, erkek karakterlerin sayısı beştir. Romanda hem kadın karakterler hem de erkek karakterler genellikle ev içi mekanlarda dolaşım halindedir. Ancak erkek karakterler bir meslek sahibi iken, kadın karakterler yalnızca ev hanımıdırlar. Romandaki şahıs kadrosu, karakter ve toplumsal tip olma arasında bir noktada dururlar. Romanda baba, büyükanne, üvey anne, çocuklar ve çalışanlar birer toplumsal tip unsuru olarak yer alır. Romanın asli çatışma unsurlarının sağlayan ve gidişata yön veren unsur ise tesadüftür.
Romanın baş karakteri yazar tarafından, romantik olana temayül eden ve bundan dolayı hem bedenen hem de ruhen hastalıklı olarak kurgulanan ‘’Fikret’’ isimli genç bir kadındır. Romanın başından sonuna kadar geriye dönüşlerle birlikte, Fikret’in çocukluğundan genç kızlığına, genç kızlığından kadınlığa geçişi ve dönemlerde yaşadıklarının psikolojik dökümünü verilir. 
Romanın genel özeti ise şu şekildedir: Fikret, küçük yaşta annesiz kalan, belli bir süre babasıyla birlikte yaşayan ve bundan dolayı, büyükannesinin ve teyzesinin kızı Suat’ın himayesinde yaşayan ve büyüyen biridir. Romanda babasının ve büyükannesinin kendilerine mahsus isimleri yoktur. Bu açıdan toplumsal tip olma özelliği taşırlar. Romanda -önemi açısından- ismi verilmeyen bir başka toplumsal tip, üvey annedir. Romanda, Fikret’in ‘’müstesna bir ruh’’a  ve ‘’fikir terbiyesi’’ne  sahip çocuk olarak çevresinde müşahede edildiği, tipik bir ev içi eğitimle eğitildiği ve bu dönemde ‘’kitaplarına ve hocalarına’’  son derece bağlı olduğu ifade edilir. Fikret, babasından ilk defa babasının memuriyeti dolayısıyla başka bir memlekete gidişiyle ayrılır. Bu ayrılık Fikret’i ruhen oldukça sarsar. Altı ay kadar sonra babası, memuriyeti dolayısıyla gittiği memlekette bir kadınla evlenir ve bu evliliğin haberini bir mektupla Fikret’e ulaştırır. Fikret’in babasının evlilik haberini aldığı zaman babasından ayrıldığı ilk anda yaşadığı sarsıntı, nihai olarak ruhi bir çöküntü halini alır. Fakat ruhi olarak yatışınca içten içe babasına da hak verir. Böylece Fikret, bu iki psikolojik durum arasında bir süre kalır ve bocalar. Bu bocalayış ise, Fikret’in hastalığa meyilli ruhi yapısında gerçek anlamda fiziki olarak gözlemlenebilecek bir hastalığın -kalp rahatsızlığı- nüksetmesine neden olur. Ve bu hastalık dolayısıyla Fikret’in hayatına Doktor Nejat girer. Bir süre sonra Fikret, doktoru Nejat’a âşık olur ve aşkı karşılık bulur. Ancak Doktor Nejat evli ve iki çocuk sahibi biridir. Fikret, Doktor Nejat’ın evli ve iki çocuk sahibi olduğunu öğrenince, kendince yuva yıkan bir kadın olmamak isteğiyle Doktor Nejat’tan uzaklaşmak dolayısıyla babasının yanına gider. Fikret, babasının yanında kaldığı süre boyunca üvey annesinin kendisini pek de benimsemediğini ve sevmediğini düşünür. Nitekim babası ve üvey annesi tarafından Fikret’e münasip bir eş adayı olarak görülen Fikret’ten otuz yaş büyük çiftlik sahibi Sait Bey ile evlendirilir. Fikret, Sait Bey’den ‘’Nedret’’ ismini verdiği bir kız çocuğu dünyaya getirir. Ve giderek Fikret, zihninde kızını hayatı sevme ve hayatta kalma nedeni olarak konumlandırır. İki sene sonra bir tesadüf neticesiyle Fikret ve Doktor Nejat, çiftlikte karşılaşırlar. Doktor Nejat’ın karısı Mediha, Sait Bey’in kız kardeşinden olan yeğenidir. Ve bir gün Mediha ve Doktor Nejat çocuklarıyla birlikte, Doktor Nejat’ın çiftlik arazisindeki suyu tahlil etmesi için görevlendirilmesiyle çiftliğe gelirler. Doktor Nejat ile Fikret’in bu tesadüfi karşılaşmaları, Fikret’in kalp rahatsızlığının tekrar şiddetlenmesine sebep olur. Bu yüzden Doktor Nejat, Fikret’e hava değişikliği tavsiye eder. Fikret, bu tasviyeye zorunlu olarak uyarak eşi Sait Bey ile birlikte Büyükada’ya gelir. Ancak burada sadece bir buçuk ay kadar kaldıktan sonra çiftliğe geri dönerler. Fikret, eşi Sait Bey’den Doktor Nejat ile yaşadıklarını gizleme arzusu taşır. Ancak er ya da geç eşi Sait Bey, durumu yeğeni Mediha’dan öğrenir. Sait Bey’in yeğeni Mediha’dan kendinden gizlenmek istenen gerçekleri öğrenir öğrenmez Fikret’e anlayışlı ve sevecen tavrı değişir ve giderek sertleşir, gaddarlaşır. Ve nihai olarak Sait Bey, kızını dahi Fikret’ten uzaklaştırır. Sait Bey’in gerçekleri öğrenmesiyle Fikret, bir müddet Büyükada’dan Beşiktaş’a Suat’ın yanına geçer. Fakat kızı Nedret için çiftliğe geri dönmek zorunda kalır. Romanda Sait Bey’in ölümü intihar mı yoksa eceliyle mi öldü yönünde muallak bir şekilde tasvir edilir; Sait Bey, ava gittiği bir gün atını anlamsızca bir dik yokuşa sürmesiyle atından düşerek ölür. Okur, Sait Bey’in atını dik bir yokuşa sürmesini eserin kendinden on sekiz yıl sonra yazılan zeyli olan ‘’Nedret’’ten öğrenir. Eşi Sait Bey’in ölümüyle birlikte Fikret, İstanbul’a gelir. Burada Fikret’in tarihlendirerek kaleme aldığı hatıraları da son bulur ve anlatıcı olarak Suat, devreye girer. Suat’ın bu aşamadan sonra naklettiklerine göre Fikret, bir karlı gece vakti İstanbul’a gelmiştir. Fikret’in hastalığının son aşamasında yaptığı bu ziyaret onun İstanbul’a geldiği günün sabahında ölmesine neden olur. Suat, Fikret’in durumundan Doktor Nejat’ı haberdar eder. Fikret’i ölüm döşeğinden gören Doktor Nejat –daha önce yakalandığı tifonun da etkisiyle- çıldırır. Bir süre sonra Suat, İstanbul’da ayrılıp İskenderiye’ye gitmek üzere olan bir vapurda Doktor Nejat ve oğlu Nihat’a tesadüf eder. Ve Doktor Nejat’ın kendinden habersiz haline üzülür.

Yukarıda özetlenen ‘’Ölmüş Bir Kadının Evrakı Metrukesi’’ Güzide Sabri’nin, baba-çocuk, anne-çocuk, toplum-kişi, kadın-erkek ilişkilerini merkeze aldığı ve romantik bir bakış açısıyla bu söz konusu ilişkileri kaleme aldığı bir romandır. İleri, romanı kurgusu açısından Güzide Sabri’nin romanıyla yapmak istediğinin ‘’yasak aşklarda hoşgörüye, anlayışa, bağışlanmaya açılma’’ isteğidir. Bu bağlamda İleri’ye göre roman, ‘’sanki ilkel bir Anna Karanina’’dır. Ancak gerek ilk aşk romanın bir yasak aşk romanı olması -Cléves Prensesi-, gerekse yasak aşk romanlarının baş karakterlerinin çoğunca kadın olması ve romanın sonunda trajik bir şekilde ölmeleriyle İleri’nin ve İleri’ninkine benzer bakış açılarının kapsamlarının genişletilmesini zorunlu kılar. Çünkü yasak aşk romanlarının kadın karakterleri, önce içerisinde bulundukları toplumun değer yargılarına, daha sonra da yazarlarının devraldıkları ve sıkıştıkları toplumsal bakış açılarına kıstırılırlar. İleri’nin Güzide Sabri’nin amacına yönelik öne sürdüğü vasıflar, bir noktada toplumsal bekliti bağlamında son derece anaç vasıflardır. Böylece İleri, romanı kadın yazar-erkek yazar karşıtlığına konumlandırmış olur. Ancak erkek yazarlar tarafından kaleme alınan yasak aşk romanlarının kadın karakterlerin ‘’Madamé Bovary’’den ‘’Anna Karanina’’ya, ele aldığımız doğrultuda da ‘’Cléves Prensesi’’nden ‘’Ölmüş Bir Kadının Evrakı Metrukei’’ne uzana eğride içerisine sokuldukları durumlarda verdikleri tepkiler hemen hemen benzerdir. Bu da gösteriyor ki söz konusu bu anlatım eğrilerinde yer alan ve toplumsal ile doğrudan bağlantılı ortak bir psikolojik arka plan mevcuttur.
Bu çalışmada, Güzide Sabri’nin dönemindeki edebi anlayışta artış gösteren romantik olana temayül çerçevesinde, ‘’Ölmüş Bir Kadının Evrakı Metrukesi’’ isimli romanı, yazarın romanda ele aldığı ve toplumsal olanın bir uzantısı olarak düşündüğümüz baba-çoçuk(kız) ilişkisinin evreleri Nasio’nun Freud’un ‘’Öedipus Kompleksi’’ne getirdiği açınımlar bağlamında tarafımızca incelenecektir.

Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi’nde Öedipal Karmaşa

Shulamith’e göre ‘’Freudçuluk ve kadın hakları hareketi (feminism) aynı alandan doğmuştur.’’ Bu açıdan hangi türde kaleme alınırsa alınsın kadın yazınının da Freudçuluktan kopuk olması düşünülemez. İşte bu yüzden, bu çalışmamızda esas vurgulamak istediğimiz husus, bir Popüler Roman, örneği olan ‘’Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi’’ni Freudyen açıdan ele almaktır. Ve çalışmamızda ana gayemiz, Freudyen teoriyi ele alan Nasio’nun düşüncelerinden hareketle, romanda çok kısa bir anlatımla ifade edilen romanın baş karakteri Fikret’in çocukluk döneminden başlayarak metnin imkanları dahilinde Fikret’in Fallus yoksunluğuna dayalı duyduğu acı dolayısıyla oluşturduğu benlik imgesinin ve bu benlik oluşumunda toplumsal değer yargılarının etkilerinin bir incelemesini yapmaktır.

Freud’un teorileri içerisinde en çok alımlanan ve yorumlanan olma özelliğine sahip olan ‘’Oedipus Kompleksi’’, kısaca, erkek çocuğunun iğdiş edilme korkusu, kız çocuğunun ise Fallus yoksunluğuna karşı duyduğu yetersizlik duygusu olarak tanımlanır. Ve bir karmaşayı bünyesinde imler. 

Nasio’ya göre öedipal karmaşa, çocuğun bilinçaltında kaydedilen, onun cinsel kimliğini ve kişiliğinin vasıflarını belirleyen, duygusal olan ile toplumsal olan arasındaki çatışmasını düzenleyen bir ruhi sarsıntı biçimidir ve her kişi zorunlu olarak bu sarsıntıyı yaşar. Nasio açısından Öedipal karmaşa, ya da öedipal evre, iki aşamada şemalaştırılır. Bu aşamalar: Ebeveynlerin cinselleştirilmesi ve bundan uzaklaşılması şeklindedir. Nasio’ya göre erkek çocuğu doğrudan öedipal evreyi yaşarken ve öedipal evreden hızlıca çıkarken, kız çocuğunun öedipal evreye geçişi, yaşaması ve bu evreden çıkışı oldukça uzun bir süreye yayılır. Erkek çocuğunun öedipal evresi, annesini arzuladığı dönemde başlayıp başka bir kadını arzuladığı dönemde biterken, kız çocuğunun öedipal evresi annesini arzuladığı dönemden reddetiği döneme, bu dönemden babasını arzuladığı döneme, babasını arzuladığı dönemden bir başka erkeği arzuladığı döneme dek sürer. Nasio’ya göre öedipal evrede ‘’Erkek çocuğu sıkıntının, kız çocuğuysa acının kontrolündedir’’ ve ‘’kız çocuğu için Fallus, penis değil, benlik imgesidir.’’ 

Fikret –ve romanın zeylinde Nedret-, annesiz ve babasız büyüyen ve hayatında biyolojik ebeveynlerinin yerini simgesel ebeveynlerin aldığı biridir. Örneğin Fikret’in hayatının ilk döneminde ona büyükannesi annelik yapar –bu durum Fikret’in teyzesinin kızı Suat’ın romanın zeylinde Nedret’e annelik yapmasıyla devam eder- ve genç kızlık döneminde üvey anne ile tanışır. Bu iki kadın, Fikret’in biyolojik annesinin yokluğu karşısında birer simgesel anne vazifesini görürler.

Dört yaşından itibaren başlayan bireyin cinsellik edinme hikayesi, yetişkinliğinde cinsel kimliğe dönüşür. Bu süreç, Fikret’in hayatında kesintilidir; hatta tamamen bir süreçten bahsetmek dahi mümkün değildir. Dört yaş civarında kız çocuğunun bir erkek çocuk olarak kabul edildiği ve kız çocuğunun da bir Fallusu'nun olduğunu düşündüğü öedipyen öncesi evrede, kız çocuğunun annesine sahip olma arzusu Fikret’te doyuma ulaşamamıştır. Ve bu doyumsuzluk durumu, Fikret’in kızı Nedret’in annesiz kalışıyla devam eder. Annesizliğin öedipal evrede yarattığı sıkıntıyı açıklaması açından bir örnek vermek gerekirse şu örnek gayet uygun düşer: Nedret, romanın başlarında henüz ninni ile avutulan yaşlarda bir çocuk iken, Fikret’in yerine geçen, onun bakımını yapan, büyüten simgesel annesi olan Suat'a şöyle der:
‘’Niçin ağlıyorsun anne? (...) Sana büyük bir bebek alayım da ağlama anneciğim.’’

Burada Nedret’in bu şekilde Suat’ı teselli edişi, Suat’a sahip olmayı arzulayan, nesne libidosunun yönelimini gerçekleştirecek bir Fallus’a sahip olduğunu düşünen gönderenden yoksun olmasının çıkarımıyla gerçekleşir. Bebeğin büyük olmasının istenmesi, Nedret tarafından büyük bir Fallus’a sahip olunma isteğinin açığa vurulmasıdır. Nedret’in gözünde Suat’ı ancak büyük bir Fallus’un ona sahip olması teselli ve teskin edebilir.

Fikret, annesi öldükten sonra uzun bir müddet babası ve büyükannesi ile yaşar. Büyükanne, çocuk için ebeveyninin yöneldiği ilk Fallus arayışıdır. Bu açıdan çocuğun elde edebileceği ilk cinsel nesneye başkası tarafından çoktan sahip olunmuştur. Burada açığa çıkan oto-erotik duyguların yansıtılacağı bir cinsel nesne çocuk açısından muğlaktır. Fikret’in çocukluk dönemi bağlamında düşünüldüğünde, dört yaşında başlayan öedipal evrede annesine cinsel açıdan yönelen bir kız çocuğu için arzu nesnesine, çocuğun ilk arzu nesnesi olması gereken annesi önce sahip olmuş ve ondan uzaklaşmıştır. Dolayısıyla romanda oto-erotik duygular önce bu dar alanda kalır, daha sonra simgesel annenin reddine uzanan bir dönüşüm geçirir.

Fikret’in ve Nedret’in bebeklik dönemlerinden beri annesiz oluşları, Nasio’nun kız çocuğunun Öedipus evresinde belirlediği dört evrenin ilk iki evresinden biri olan kız çocuğunun bir Fallus’unun olduğunu düşündüğü Öedipyen öncesi evre ve kız çocuğunun bir Fallus’unun olmadığını anladığı zaman duyduğu yoksunluk ve bundan dolayı aşağılanmışlık duygusunun çocuğa eşlik ettiği yalnızlık evresini etkiler. Bu iki dönemde Fikret’in ilk cinsel nesnesinin, annesinin ilk cinsel nesnesi olan kadın olması enteresandır. Nedret’in ise haliyle ilk cinsel nesnesi Fikret’in ölümünden sonra onu besleyip büyüten bir simgesel anne olan Fikret’in teyze kızı Suat’tır. Bu durum ebedi babanın arzusuna benzer, yani devletin, kültürün yerini alma arzusuna. Ve Fikret’in evliliği ve evliliğe olan bakış açısı bağlamında Kristeva’nın düşünceleri bu hususu daha ileriye götürür. Kristeva, ‘’bir kadın için başarılı olmuş çift düşlemi eş olarak fallus olacak bir anneyle evlenmek değil midir?’’ diye sorar.


Fikret için libido kuramının genişletilmesinde iki uç nokta ortaya çıkar. Bu uç noktalardan biri ego libidosuyken, diğeri nesne libidosudur. Freud’a göre nesne libidosunun erişebileceği en yüksek evre öznenin bir nesne yükü adına kendi kişiliğinden vazgeçmiş göründüğü âşık olma durumunda görülür.

‘’Evet. Gelen her dert onun tarafındandı. Çektiğim her eziyete o sebep oluyordu fakat, bunların benim için doyulmayacak bir zevki de vardı.’’

Fikret’in kız çocuğunun babasını arzuladığı Öedipus Evresi’nde babasından uzak kalışı, babasının reddinden de uzak oluşu anlamına gelir. Dolayısıyla bu durum, ileride fantasmalaştırılmış babadan kısmen vazgeçememeye sebep olur. Fikret, uzaktaki babasıyla mektup aracılığıyla iletişim kurar. Fikret için mektup, bir haz nesnesidir:
‘’Babasının bir memuriyetle başka bir memlekete gidişi, Fikret’i günlerce ağlattı. Bu ayrılık ona, teselli kabul etmeyen bir dert olmuştu. Bu; babadan ilk ayrılıktı, onun için tâ kalbine kadar acıları işlemiştir. Zamanlarını babasına mektup yazmakla geçirmek, ona haz ve teselli veriyordu.’’

Kız çocuğunun babasını arzuladığı evre olan Öedipus Evresi’nde Fikret’in arzusu, simgesel annelerden birinin Fikret’in hayatına girmesiyle biyolojik olanın dışında sosyal bir rekabete dönüşür. Fikret, üvey annesini babasından kıskanır. Babasının arzuladığı bu kadın modeli, Fikret için annesi kadar tanıdık değildir; fakat ondan daha fazla müşahede edilebilme imkanına sahiptir. Fikret için bu kadın modeli, her şeyden önce bir rekabet nesnesidir. Bundan dolayı Öedipus Evresi, Fikret için, babası için üvey annesiyle rekabet etmekten çekinip kaçtığı bir evre haline gelir. Bu Fikret’in hayatında devam eden sağlıksız denebilecek Öedipus Evresi’nin zincirinin bir halkasıdır. Ve tanıdık bir şekilde tam doyuma ulaştırılamamıştır. Fikret'in hayatına üvey annenin varlığının etkisini yazar şu şekilde ifade eder:
‘’Fakat zavallı annesinin ölümünden sonra kendisine tahsis ettiği sevgiye umulmayan bir ortak çıkmış oluyordu.’’

Görüldüğü üzere Fikret için üvey annesi, bir anneden ziyade bir rakiptir. Bu rakibin Fikret’in hayatında ortaya çıkışı, devamında romanda, Fikret’in sağlığının bozulmasına sebep olur. Bu aşama hastalık olgusunun, romanda gerçek anlamda fiziki düzlemde ortaya çıktığı aşamadır. Üvey anne ve hastalık, romanın anlatım şemasında ifade olarak birbirinin peşi sıra gelir. Yani baba tarafından kız çocuğu aldatılır. Babanın arzuladığı model kadın ve anne olmak için bu aşamada Fikret, babasına bir savaşım başlatır. Aslında romanda Fikret’in hastalığının esaslı bir nedeni verilmez. Eğer Fikret’e bir hastalık yakıştırmak isteseydik, bu hastalığın nedenini çocukluğundaki kopukluklarda çok rahat bir şekilde bulabilirdik.

Üvey annesinin, yani bir diğer simgesel annenin ortaya çıkışı, Fikret’in sağlığının bozulmaya başlamasına ve romanda Fikret’in babayı arzulama evresinden çıkışı sağlayacak olanın ortaya çıkmasını sağlar. Romanın ana karakterlerinden biri olan Doktor Nejat, Fikret için bir nesne distribitörüdür, yani âşık olduğu kişidir. Fikret, Nejat’ın evli ve iki çocuk sahibi bir baba olduğunu öğrendiği zaman ondan uzaklaşır. Bu uzaklaşma sadece kişisel düzlemde kalmaz; Fikret’in daha önce deneyimlemediği bir mekân olan bir çiftliği ve dolayısıyla tabiata geçişini de ihtiva eder. Romanda tabiat unsurları ise, karakterlerin ruhsal değişimlerinin temsilinin birer aracı olarak kullanılır. Bunun dışında romanda tabiata yöneliş, hem toplumun değer yargılarından ve medeniyetten kaçışı, hem de toplumun değer yargılarıyla bastırılmış olan, özdeki salt cinselliğin ya da toplumsal ve medeni olanın tam olarak karşıtlığını temsil edebilmesi açısından vahşi olana, yani yorumlanmamış olan cinselliğe yönelişi ihtiva eder. Çünkü egosal libido (Fikret), nesne libidosunu (Doktor Nejat) da onunla el ele tutuşarak beraberinde toplumun ve medeniyetin uzaklığına çeker ya da daha doğrusu sürükler.Doktor Nejat için, Fikret ise, bir çocuk gibidir:
  ’Sizin yaramaz, söz dinlemez bir çocuk olduğunuz anlaşıldı. Artık size ceza olmak üzere benim daima yanınızda bulunmaklığım lâzım geliyor... dedi.’’ 

Fikret için Doktor Nejat, Öedipus Çözülümü Evresi’ni imler. Bu evrede Nasio’ya göre kız çocuğu, babası tarafından reddedilmiş, babasının cinselliğinden uzaklaştırılmıştır. Fakat kişiliğini içselleştirip yavaş yavaş kadına dönüştüğü ve sevdiği adama kendini açtığı bir evredir. Ancak birkaç paragraf sonra Fikret, Doktor Nejat’ın evli bir adam ve iki çocuklu bir baba olduğunu öğrenir. Bu bir nevi yeni bir üçgenin kurulumudur. Çocuk-Anne-Baba üçgeninin karşısına Fikret-Anne-Baba üçgeni çizilir. Kristeva, bu üçgenin baba-anne-benlik olarak kurulduğunu ifade eder. Bu açıdan Fikret, sürekli bir benlik arayışındadır. Fakat benlik oluşumu daima toplumsal düzlemde sekteye uğrar. Ayrıca biri bir aile birliğinin temsili iken diğeri, edebi sahada araştırmalarda sıkça kullanılan tipik bir rakip-aşık-maşuk üçgeninin temsilidir. Fakat elbette yasak aşk dolayımıyla yapılan bir temsildir.

Nasio için ‘’kız çocuğu acının kontrolündedir’’ ve bundan dolayı Fikret, hayatının çeşitli dönemlerinde daha önce deneyimlediği, ona tanıdık olan bir his olan acıya ister istemez yönelir. (Bu yönelim psikolojide ‘’Tekrarlama Zorlanımı’’ olarak kavramlaştırılmıştır.) Nasio’ya göre, yetişkin nevrozunda Tekrarlama Zorlanımı’nın gözlemlenmesi şu şekildedir:
‘’Önce bir yetişkine dönüştüğünde acıtan o zevkin yarattığı aynı hissi yeniden yaşamaya ve artık ebeveynlerini değil de o anda çevresinde bulunan partnerlerini içeren travmatik sahneyi yeniden oynamaya yönelik zorlanımsal bir ihtiyaç duyar.’’

Fikret, her iki babadan da kaçar. Fikret’in Doktor Nejat’a duyduğu aşk, babasına karşı sağlıklı bir şekilde sönümlendirilememiş arzunun, zihinde -çeşitli uzaklıkların araya girişiyle- bastırıldığı noktadan geri yüzeye çıkması ve bir diğer nesne libidosunu tetikleyen sevgi objesine yansıtılmasıdır. Fikret’in istenci, bu noktada aşktan ziyade imkansızı arzulamayı sürekli hale getirerek acı çekmek ve çektiğinin daimî olmasının istencidir. Bu aşamada adeta Fikret’in zihninde histerik bir salıncak kurulur.Fikret’te çocukluk döneminde babaya duyulan cinsel arzu, erginleşmek için yeterli olan aile ortamından mahrum olduğu için ayrışmak yerine bastırılmış ve her durumda itaat halini açığa çıkaran bir etken olmuştur. Bu itaat, babadan erke, erkten ata-erke, ata-erkten devlete dek uzanır. Böylece Fikret, ata-erkil sistemin güç ilişkisini sürdüren en önemli unsurlardan biri olan iş birliğini babasıyla gerçekleştirir -üstelik kendisine ait bir odası dahi vardır- ve babasının onu istemediği bir adamla evlendirmesine rıza gösterir ki bu durumu yaratan sebeplerden biri çalışmamızın başından itibaren değindiğimiz noktalardan birini ihtiva eden histeridir. Fikret’in bu rıza gösterişi kızına verdiği nasihatte de açığa çıkar: ‘’Kızım! Emin ol ki, hakiki saadet evlenmektir.’’

‘’Büyükannen seninle artık meşgul olamayacak kadar ihtiyarlamıştır. (...) Sen de artık evlenecek, bir yuva kuracak çağa geldin. Hayatın bundan sonra yalnız geçecek devresi gayritabii sayılır. Çünkü cemiyet, insanları birçok vazife karşısında bulundurmaktadır. Bu vazifelerin her birini zamanında yapmak, saadet ve hayatta muvaffakıyet için çok lazımdır. Evlenmek de bu vazifelerin en mühimlerinden biridir. İnsanlar onu da vaktinde yapmış olmakla hem içinde bulunduğu cemiyete hem kendine ve ailesine karşı vazifesini yapmış olur. Baban olmak itibariyle senin için bu işleri düşünmek benim en büyük vazifemdir. (...) Kızım, seni evlendiriyorum, fakat genç bir erkekle değil. Hayat yolunda sana arkadaş olmak üzere bulduğum zat; zengin ve birçok meziyetlere sahip, faziletli ve seni bahtiyar edecek bir insandır. Buna senin de muvaffakiyet edeceğini bildiğim için, ben de senin namına söz vermiş bir vaziyetteyim.’’

‘’Eyvah!.. Beni kocaya veriyorlar.’’

Görülüyor ki, romanın psikolojik arka planında verilmek istenen Fikret’in ata-erkil sistemin değerlerini ve ideolojisini içselleştirmiş ve bu sistemin değiştirilemez olduğuna kanaat getirmiş bir karakter olduğudur. Bu yüzden babası, Fikret’in evlilik önerisine rıza göstereceğinden emindir. Fikret, babasının onu evlendirme tasarısına itiraz etmez ve her şeye rağmen, yani babasının bütün konuşmalarına rağmen ona zararın bir kadından geldiğini düşünür. Bu kadın, Fikret’in üvey annesidir. Fikret, gidecek yeri olmadığını düşünür fakat hayata atılmayı ve tutunmayı düşünmez, ona cesaret edemez. Bütün bunlardan yola çıkarak denilebilir ki Fikret’in üstbenlik ve benlik alanı ayrı değildir.


Kristeva’ya göre ‘’insanı körleştiren (...) idealleştirmenin üstbenlikle ilgili desteği bağlamında yasayla uyumsuzluğa dayanır. Aşığın (ve de özellikle kadın aşığın) tutkusunu meşrulaştırmayı istemesi bir vakıadır. Bunun nedeni belki de konunun dışındaki yasanın bir güç ve Benlik idealiyle karşılaştırılabilecek çekim merkezi olmasıdır. (...) Evlilik -tarihsel ve toplumsal açıdan belirlenmiş kurum-, yasanın üstbenliksel alıştırmasıyla karışarak aşkla çatışır.’’ Fikret, Kristeva’nın beyan ettiği bu çatışmayla bir sulh yani bir iş birliği halindedir. Bu sulhun sebebi ise ataerkiteyle iş birliği halinde olan Fikret’te Ego Ülküsü’nün benlik kurulumunda devreye sokulmayışıdır. Freud’a göre Ego Ülküsü, kişide vicdan olarak açığa çıkmakla beraber, sonraları kişinin içinde bulunduğu toplumsal değerleri -ulusal değerleri-, kişisel değerlerden üstün görerek ülküselleştirmesinin bir ifadesidir. Görülüyor ki Fikret’in yasak aşktan kaçışının nedenlerinde en baskın unsuru aslında bir bağlamda ataerkiteyle iş birliği halinde olmasının verdiği Ego Ülküsü sahipliğidir. Ego Ülküsü’nün yürütümünün açığa çıkışının ifadelerini, Fikret’in Doktor Nejat’ın karısı Mediha’ya karşı duyduğu hisleri cümlelere döküşünde açık bir şekilde görürüz:
‘’Nejat’ın ısrarla yaptığı evlilik teklifleri karşısında hep vicdanımı, o büyük kuvveti dinledim, hiçbir zaman aşkın sihirli kuvvetine mağlup olmadım.’’

Fikret, kendinden otuz yaş büyük olan kocası Sait Bey’den bir kız çocuğu dünyaya getirir ve bu kız çocuğu romanın temel anlatım tekniklerinden biri olan fakat aynı zamanda hasta Fikret’in yaşama arzusu olanın -hatıralarını kaleme almanın dışında- bir temsilidir. Bu ölümlü annenin ölümsüz olma içgüdüsü ve bir anlamda Fikret’te Thanatos’a karşı Eros'un yeni biçim alan galibiyetinin bir temsilidir. Böylece Fikret’in hayatına yeni bir haz nesnesi girer. Fikret, kızının doğumundan önce Eros’u yitirmiş ve sürekli bir ölüm arzusunu taşır. Ancak Fikret, daima kendini acıya layık biri olarak görür; kızının doğumu dahi bunu köreltememiştir. Çünkü Fikret, acıdan alınan hazzın, tanıdık olan acının verdiği hazzın yitirilmesiyle bir daha duyulamayacak olmasının korkusunu da duyar.
‘’Bütün ıstıraplarımı, acılarımı saklayan şu deftere on aydan beri bir şey yazmadım. Oysa bugün hayatım değişti. Ben değiştim. Anne oldum! Ömrümün karanlık yollarına nurlar serpen, yaşama arzularımı canlandıran yeni bir amaç. Kızımı sevmek, onu büyütmek için ölmek istemiyorum.’’ 

Tesadüflerin asli çatışma unsurlarını doğurduğu söz konusu bu romanda, Fikret ile Doktor Nejat’ın cinsellikten uzak yasak aşkı Mediha tarafından ifşa edilir. Sait Bey ise ihanetin acısına dayanamaz ve muallakta da bırakılsa intihar eder. Fikret ise karlı bir kış gecesi ölür ve Fikret’in ölümünü öğrenen Doktor Nejat, çıldırır. Doktor Nejat’ın çıldırması ise sembolik bir anlatımı bünyesinde barındırır. ‘’Fikret’’ kelime anlamıyla ‘’akıl, fikir’’, ‘’Nejat’’ ise, ‘’soy, nesil, neseb’’ anlamlarına gelir. Görülüyor ki burada soyunun devamının mümkün olmadığını anlayan erkeğin/erkin aklını (Fikret’i) yitirişi söz konusudur. Çünkü Fikret, yani akıl toplumsal olanla iş birliği halindedir ve soyunu diğeriyle yaymak isteyene bir engeldir. Bu da bize, Fikret ve Doktor Nejat’ın yasak aşkının sonunun dahi toplumsal olana yaslandığını gösterir.

Sonuç

Edebi sahada Popüler Roman yazarı olarak nitelendirilen Güzide Sabri, kendisiyle yapılan bir mülakatta ‘’Roman ahlakın bir dersidir. Hayat imtihanıdır. Hayatın bir aynasıdır. Roman fikrimce, bir gelir kaynağı, bir kâr membaı değildir. (...) Bence romancı şair, nâsir olmalıdır. Sanatkâr olmalıdır. Romanlarımda macerayı değil süblime şiiri, yüksek üslubu ararım. Roman yazarken en ön plana aldığım şey insanlığı daha süzülmüş ve daha şuurlu bir varlığa götürmek, insanı, kendini görmek, netice itibarıyla ruhu yükseltmek, aşkın ve ahlakın tahlilleri neticesinde insan ruhuna varmak, böylelikle hayatın muhtelif cephelerini çizmektir.’’ der. Görülüyor ki Güzide Sabri’nin yazma eyleminde güttüğü amacı, ona yakıştırılan Popüler Roman yazarı, kimliğinden oldukça uzaktır. Güzide Sabri’nin külliyatına yapılan bir gezinti de bu uzaklığı ifade edecek güçtedir. Zira yazarın Cumhuriyet döneminde kaleme aldığı yazılarında yazar, kendi çizgisinde -modern muhafazakâr- kadının toplumdaki yerinin tayini sorununa değinir. 

‘’Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi’’ isimli romanının ilk basım tarihi 1905’tir. Bu da gösteriyor ki gerek Meşrutiyet dönemindeki siyasi baskı gerekse yerel ve evrensel sahada duyulan edebi anlayış, yazarın şahsi tercihinden ziyade dönemin konjonktürünün getirdiği bir zorunluluktur. Çünkü romanın devamı niteliğinde kaleme aldığı ‘’Nedret’’ isimli romanında yazarın bakış açısı ilişkilere, hayata ve bu ilişkilerdeki kadının konumuna daha olumlu açılardan yaklaşır. Örneğin, bu romanın baş karakteri Nedret, annesi Fikret’in aksine ev-içi eğitimi değil kolej eğitimi alır. Ve annesi Fikret’in aksine tek başına kararlar alabilen ve bu kararları uygulayabilen bir kadındır.

Çalışmamızda ele aldığımız romanında Güzide Sabri, otobiyografik unsurları çokça kullanarak bir kadın karakter inşa eder. Fakat bu kadın karakter, kadına karşı toplumsal baskıyı kanıksanmış ve bu baskıyı değiştiremeyeceğini düşündüğünden baskının sahibiyle iş birliği kurar ve bir iş birlikçi olur. Ancak bu iş birliğinin temel nedenleri vardır ve bu nedenlerden biri de psikolojik bağlamda anne ve babasız oluş ve aşktır. Aşkın toplumda erkeğe sağladığı statü ile kadına sağladığı statü birbirinden farklıdır ve eşit değildir. Çünkü aşk, ataerkil sistemde ‘’kadınları erkeklerin himayesi altına alan’’ bir sistem bileşkesidir. Bu bağlamda romanda kadın karakterin benlik oluşumu psikolojik düzlemde ve toplumsal düzlemde sekteye uğrar. Ataerkil toplumlarda ister histerik ister aşık kadın olsun, hangi sıfatlama yapılırsa yapılsın kadının konumu, bir iş birlikçidir. Bu konumun üzerine çıkmak için bir benlik oluşturmak şarttır. Bunun için de kişinin üst-benliğini baskılayabilmesi gerekir. Ancak ataerkil sistemde yaşayan bir kadın için bu baskılamayı gerçekleştirmek oldukça zordur. Hatta denilebilir ki imkansızdır. Bu yüzden yasak aşk romanlarının ve çoğunca aşk romanlarının kadın karakterleri topluma sunulan bir kurban olacak şekilde yazarları tarafından ölüme mahkûm edilirler. Güzide Sabri, söz konusu romanında bizler için bütün bu izleklerin adeta bir faturasını keser.

KAYNAKÇA

ENGİNÜN, İnci (2014), Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e-1839-1923, Dergâh Yayınları, 9.Baskı, İstanbul.

ILLOUZ, Eva (2013), Aşk Neden Acıtır, Jaguar Kitap, İstanbul.

İLERİ, Selim (2015), Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu, 3.Baskı, Everest Yayınları, İstanbul.

KRİSTEVA, Julia (2016), Aşk Hikayeleri, Bağlam Yayıncılık, İstanbul.

NASİO, Juan-David (2012), Oedipus-Psikolojinin En Önemli Kavramı, Say Yayınları, İstanbul.

SABRİ, Güzide (1937), Ölmüş Bir Kadının Evrakı Metrukesi, Semih Lütfi Kitabevi, İstanbul.

SHULAMİTH, Firestone (1993), Cinselliğin Diyalektiği, 2. Baskı, Payel Yayınaları, İstanbul.

SİGMUND, Freud (2013), Metapsikoloji, 3.Baskı, Payel Yayınları, İstanbul.

Dijital Kaynakça

SOYDAN, Serdar (2022), Güzide Sabri, Bir Mülakatı ve ’Kadınlara Dair’ Öyküleri, Sanat Kritik, 8 Haziran.
















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

N’OLA Kİ BU ORTODOKSLUK? ECE AYHAN’IN ORTODOKSLUKLAR’I ÜZERİNE

 GİRİŞ İkinci Yeni şiiri, şiirde anlamı düzyazıdan olabildiğince uzaklaştırmak isteyen, bundan dolayı da şiirde dizeden ziyade kelimeye yoğunlaşan bir poetik duruşa sahip bir akımdır. Cemal Süreya, ‘’Çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı.’’ der. Bilindiği üzere bir kelimenin anlamı, bir bağlam içerisinde kullanıldığı zaman geçerlidir. Kelime ise, bağlamı dışında anlamsızdır. Fakat İkinci Yeni şiiri, birbirinden bağımsız, anlamsız kelimeleri kullanır. Böylece yerel ve bir bakıma da evrensel eski şiir anlayışının mısraya dayalı yapısına karşı çıkar. Alışılmış sözdiziminden uzaklaşır, bağlama dışsal olan kelimelerin kullanımını tercih eder. Yukarıdaki açıklanan yeni şiir düsturunu İkinci Yeni şiiri içerisinde hiç şüphesiz en uç biçimde kullanan şair, Ece Ayhan’dır. Ece Ayhan’ın şiiri eleştirmenlerce, şaşırtıcı, kapalı ve anlamsız olarak yorumlanır. Ece Ayhan ise, poetikasına yöneltilen bütün bu eleştirileri bertaraf edecek şekilde şiirinin hermetik olduğunu söyler. Ece Ayhan iç

TÜRK EDEBİYATINDA BİR FLÂNEUR İZLEĞİ OLARAK YUSUF ATILGAN'IN AYLAK ADAM ROMANI ÜZERİNE BİR DERLEME

"Ben babamın yuvarladığı çığın altında kaldım." (Nilgün Marmara-Defterler) Giriş Flâneur bir kent gezginidir.En ücra köşelerine kadar metropolü arşınlar ve modern hayatın bütün görünümlerini müthiş bir aşkla gözlemler,ayıklar ve hafızasının arşivine kaydeder.Kalabalıklarda barınır,kalabalıklarla nefes alıp verir,kalabalıklara mest olur,tebdil-i kıyafet gezer.Kimse onu fark etmez; o ise herkesi fark eder.  İnsan sarrafıdır.Modern hayatın kahramanlarını o seçer.Ve kahramanları aynı zamanda yoldaşları olur.Flâneur kılıktan kılığa girerken onda erimez,aksine her defasında bireyselliğini yeniden pekiştirir.Bir dedektif gibidir,kalabalığın peçelediği izleri sürer. Flâneurün meziyetlerini 19.yüzyılün Larousse Ansiklopedisi de takdirle kaydeder; gözleri fal taşı gibi açık,kulağı kiriştedir.Kalabalıkları sürükleyen şeylerle ilgilenmez; derdi bambaşkadır, rastgele işittiği bir laf sayesinde akla hayale gelmeyecek bir kişiliği hayat onun önüne seriverir. Tıpkı karşılaştığı s